15.Yüzyılda Batı
Avrupa ülkelerinde, etkisi günümüze dek süren bilime ve aklın özgürlüğüne
dayanan bir uyanış dönemi başladı. O güne dek, gerilik ve düşünsel yoksunluk
içinde karanlık bir dönem yaşayan Avrupa, Aydınlanma
Çağı olarak tanımlanan bu dönemle birlikte, büyük bir gelişim içine girdi.
Bilimde, açıkara geride olduğu Doğuyu geçerek öncülüğü ele geçirdi. Bu
gelişmeye temel oluşturan Rönesans
ve Reform, Doğu’dan
aktarılan bilim üzerinde yükseldi. Bilgiye susamış Avrupalılar; yasal ya da yasal
olmayan her yolu kullanarak eğitim görmek için Doğuya geldiler, medreselerde okudular,
öğrendiler, kitap kopya ettiler ve edindikleri bilgileri ülkelerine taşıdılar.
Batı Aydınlanmasını Hazırlayan Koşullar
Kimi tarihçiler, Orta Çağ’ın,
Türkler’in 1453’te İstanbul’u almasıyla sona erdiğini söyler. Biçimsel görünse
de bilerek yapılan bu saptamanın amacı, çözülerek yaşam içinde etkisini
yitirmiş olan bir düzenin, çöküşünü simgelemektir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun
ortadan kaldırılması, feodal çağın bitimine denk düşen önemli bir olaydır.
İstanbul’un fethinin doğurduğu
sonuçlar, yalnızca Türkleri ya da yalnızca Avrupalıları değil, dünyanın tümünü
etkiledi. Bu etkinin önemli sonuçlarından biri; bilim, felsefe ve sanat
alanlarında Orta Çağ anlayışını ortadan kaldıran Rönesans (yeniden doğuş)
sürecini hızlandırmış olmasıdır. Kimi tarihçiler, “Antik Çağ düşüncesinin
keşfedilmesi ve yeniden uygulanması” olarak tanımladıkları Rönesans’ı,
Alman Papaz Martin Luther’in Protestolarını, (İstanbul’un
fethinden 64 yıl sonra 1517) Wittenberg
Kilisesi’nin duvarına asmasıyla
başlatırlar. Düşünce üzerinde baskı uygulayan Orta Çağ anlayışına karşı çıkışı
anlatan bu yaklaşım simgeseldir, bu nedenle herşeyi açıklamamaktadır.
Fransız tarihçi Jules
Michelet (1798-1874), Avrupa’da Rönesans’ın gerçekte 12.yüzyılda
oluştuğunu, ancak “doğal olmayan nedenlerle” 300 yıl gecikerek
16.yüzyılda ortaya çıktığını söyler.1 Gecikmeyle ilgili görüşler bir
yana bırakılırsa, Rönesans düzeyinde olmasa da, 12.yüzyıl Avrupası’nda,
bilime yönelen düşünsel bir uyanışın olduğu bir gerçektir. Ancak, bir başka
gerçek, 12.yüzyıl uyanışının nereye ve nasıl dayandığının yeterince ortaya
konmamış olmasıdır.
Bilim ve düşünce alanında
yüzlerce yıl koyu bir karanlık içinde yaşayan ve yalnızca dinsel kitaplar
okunmasına izin verilen, yalnızca papazların okuma yazma bildiği2
Avrupa, nasıl oluyor da birden bire bilime ulaşıyor ve düşünceyi öne çıkaran
bir tutum içine girebiliyor. Bunun nedeni nedir?
Doğudan Gelen Aydınlık
Ortadoğu’da Türkler, İranlılar
ya da Araplarla karşılaşan Avrupalılar, buralarda ileri bir uygarlık ve bu
uygarlığın temelinde yer alan gelişkin bir bilimle karşılaştılar. Gördükleriyle
kendi ülkelerinde yaşadıkları arasındaki karşıtlık, onları karşı konmaz
biçimde, gördüklerini öğrenme isteğine yöneltti. O dönemde, Avrupa’nın hiçbir
yüksek öğrenim kurumu yoktu ki, öğretim üyeleri ya da öğrencileri bilgi
susuzluğunu gidermek ve çağa ayak uydurmak için Doğu’daki aydınlığa yönelmesin,
yönelmek zorunda kalmasın. Hiçbir yapıt yoktu ki, Doğu kaynaklarına dayanmasın,
onlardan yararlanmasın.
Öğrenme isteği kimi yörelerde o denli
güçlüydü ki, örneğin İtalya’nın Bologna kentinde, hukuk öğrenmek isteyen
öğrenciler, kendilerine, “Doğu bilimlerini anlatacak” öğretmen
bulabilmek için bir “öğrenci loncası” kurmuşlar ve bu loncaya Universitas
adını vermişlerdi. (Bugünkü üniversite tanımı buradan gelmektedir.)3
Öğrenme
Tutkusu
Bilgiye susamış Avrupalılar;
yasal ya da yasal olmayan her yolu kullanarak eğitim görmek için Doğuya
geldiler, medreselerde okudular, öğrendiler, kitap kopya ettiler ve edindikleri
“yeni” ve “tehlikeli” bilgileri ülkelerine taşıdılar; başkalarına
öğrettiler.
Öğrendikleri, o dönemin
Avrupası için gerçekten “tehlikeliydi”. Örneğin düşünceye sınır koymayan
Farabi’nin bilgesel (felsefi) görüşleri, kilise tarafından
yasaklanmıştı. Bilim adamları düşünceleri nedeniyle baskı altına alınıyor,
tutuklanıyor, kimi zaman da ölümle cezalandırılıyordu.
Dokuzuncu yüzyılda yaşayan Farabi’den
350 yıl sonra İngiltere’de Roger Bacon, ders verdiği Oxford’da,
iki küçük deney yaptığında; papazlar, hocalar, öğrenciler ayaklanmış; Oxford
sokaklarında “sihirbaza ölüm”, “Bacon Müslüman oldu” diye bağırarak
gösteri yapmışlardı. Daha sonra, üç kitabını nezaket gereği Papa’ya gönderen Bacon,
bu kitapları, “Hıristiyan dinine aykırı görüşler içerdiği” için
yargılanacak ve 15 yıl hapis cezasıyla cezalandırılacaktır.4
Avrupalılar Doğu’dan yalnızca bilimi ve
bilgi edinme yöntemlerini değil, bundan daha da önemlisi, yaşamı tanımayı ve
onu yorumlamayı öğrendiler. Batı aydınlanmasına temel oluşturan Rönesans
ve Reform’u (dinde yenilenme) yaratan koşullar bu bilgilenme sonucunda
oluştu. İngiltere’de Roger Bacon (1214-1294) ve William Ockham
(1270-1337), Fransa’da Duns Scatus (1274-1308), Almanya’da Albertus Magnus
(1209-1280), İtalya’da Alighieri Dante (1265-1321), bu süreçte ortaya
çıkan düşünürlerdi.
Doğudan Batıya Bilim Göçü
Doğu Biliminin Batıya
taşınması, bu iki ayrımlı uygarlığın birbiriyle ilişki kurduğu Ortadoğu ve
İspanya üzerinden oldu. Savaş ve yağma amaçlı olsa da Haçlı Seferleri,
Batılıların Doğu bilimini tanıma ve Avrupa’ya taşıma sürecini başlattı. Oluşan
kültürel birikim önce Rönesans’ı, daha sonra onun bir ürünü olarak Batı
Aydınlanması’nın bilimsel temelini yarattı.
11.Yüzyılla başlayan bilim göçü, Türklerin
İstanbul’u almasıyla hız kazandı. Bizans’ın bilginleri, kitaplarıyla birlikte
İtalya başta olmak üzere, Avrupa’ya dağıldılar. Bizanslı bilginler, daha önce
de Avrupa’ya gidiyor ve Doğu’dan edindikleri bilgileri oraya götürüyorlardı.
Ancak Batıya kitap ve bilgin göçü, Fatih Sultan Mehmet’in tüm çabasına
karşın, 1453’den sonra yoğunlaştı ve bu akışın Rönesans’ın oluşumuna
önemli katkısı oldu.
Endülüs
Bilimi
Geniş bir coğrafya üzerinde
oluşan Doğu biliminin Avrupa’ya, Haçlı Seferleri’nden ayrı olarak ve ondan daha
yoğun biçimde, İspanya’dan girdiği bilinmektedir. Endülüs Emevileri
egemenlikleri altındaki İspanya’ya, bilim ve bilgelik alanlarında ilişkilerini
hiçbir zaman kesmedikleri Doğu’dan, ileri bir kültür getirdiler. Bu kültürü, özellikle
Toledo (Tuleytule) ve Kordova (Kurtuba) kentlerindeki
medreselerde geliştirerek, hem Avrupa’ya hem de İslam dünyasının tümüne
yaydılar.
Endülüs Emevi Devleti’nin en güçlü
dönemini yaratan Hükümdar 3.Abdurrahman (912-961), ülkenin her yerinde
medreseler, kütüphaneler ve okuma evleri kurmuştu. Buralarda Antik Çağ
yapıtları çevriliyor, Doğu’dan bilim adamları ve kitaplar getirilip
çoğaltılıyor, okullarda ders olarak okutuluyordu.
Abbasi
Aydınlığı
Aynı işi yaklaşık yüz yıl
önce, Abbasi Halifesi Memun (813-833) yapmış, kapsamlı bir bilimsel
birikim sağlamıştı. Memun’un Bağdat’ta kurduğu Beytül Hikme Külliyesi,
döneminde benzeri olmayan eşsiz bir kütüphaneye sahipti. Burada, Doğu’nun ve
Antik Çağ’ın hemen tüm bilimsel eserlerinin çevirisi yapılmış, incelenmiş ve
tartışılarak daha ileri eserler üretilmişti.
Memun’un
kitaba verdiği değer, kişisel bir yöneliş değil, toplumsal yaşama egemen
kılınan bir yönetim anlayışıydı. Bizans İmparatoru 3.Michael’i
yendiğinde, savaş tazminatı olarak altın değil, İstanbul’daki bir kütüphaneyi
istemiş; aynı şeyi, Kıbrıs Kralı ile anlaşmaya oturduğunda da yapmıştı.
Bizans başta olmak üzere değişik ülkelere
tüccarlar yolluyor, satın aldırdığı kitapları Bağdat’a getirtiyordu.5
9.Yüzyılın sonlarında, Bağdat’ın yalnızca bir sokağında kitap satılan yüzden
fazla dükkân vardı.6 Kitaba gösterilen ilgi o denli yoğundu ki,
bilim adamları sıradışı bir üretkenlikle kitap yazmalarına karşın, istemleri
karşılayamıyorlardı. Biruni 176, İbn-i Haysem 200, El Kindi
231, İbn-i Sina 296 kitap yazmıştı.7
Endülüs’de
Okuyanlar
Ülkelerinde kendilerini
geliştirecek eğitim kurumu bulamayan birçok Batılı düşünür, Endülüs’e giderek
buradaki medreselerde eğitim gördüler. İngiliz Barth’lı Adalard
(1090-1150) kılığını değiştirip kendini Müslüman bir öğrenci gibi göstererek
Kordova medresesinde dersleri izlemiş ve ülkesine döndüğünde kaleme aldığı Natural
Question adlı yapıtını bu derslerde tuttuğu notlara dayanarak yazmıştı.8
Bir başka İngiliz bilgini Cherter’li
Robert, yıllarca Kordova’da kalmış ve öğrendiği kimyayı Batı dünyasına
taşımıştı. Adalard’ın Endülüs’ten getirdiği Arapça yazılmış Eukleides
geometrisi, Batı Avrupa üniversitelerinde, ders kitabı olarak okutulmuştu.
Cremona’lı Gerard
(1114-1187) Toledo’ya gidip Arapça öğrendikten sonra, Doğu kaynaklarından
Latinceye 192 kitap çevirmişti.9
Batı
Canlanıyor
Batıya taşınan Doğu bilimi,
Avrupa’da yalnızca bilimde değil, ekonomik ve toplumsal alanda da hızlı bir
canlanma yarattı. Bilimsel ilerleme teknolojiyi, teknoloji üretimi
geliştiriyor; toplumsal gönenci arttıran bu süreç, bilimin daha çok gelişmesini
sağlıyordu.
Bilimle toplumsal yaşam arasında kurulan
bu denge, sürekli gelişen ve Rönesans’la
başlayıp Aydınlanma Çağı’yla süren, yeni bir dönemin başlatıcısı oldu.
Bilim artık, Doğu’dan Batıya geçiyor ve Batı giderek, “başkalarına benzemeyi
değil, başkalarını kendisine benzetmeyi” temel alıyordu. Dante,
“Rönesans İtalya’da doğdu ama İtalyan değildir, onun vatanı bütün dünyadır”
diyordu.10
Bilimsel
Etik
Rönesans’a temel
oluşturan bilimin ana kaynağı Doğu’ydu. Avrupalılar Doğu’dan aldıkları bilime,
en azından etik açıdan, tinsel (manevi) anlamda bile herhangi bir yazım hakkı
(telif) ödemediler. Bilimi zamanla, yalnızca “Batı uygarlığına” ait bir
olgu olarak görmeye başladılar. Birçok Doğu buluşu, bugün bile; İngiliz,
Fransız ya da Alman kaynaklı sayılmaktadır.
Doğulu bilim adamları, bilimsel ürünlere
son derece saygı gösterirler ve sahiplerinin adlarını belirtmeden, kendilerinin
olmayan düşünceleri asla ileri sürmezlerdi. Kim derslerinde başka birinin kitabından
yararlanmak isterse, önce yazardan yazıyla izin alırdı. Bu gelenek, yalnızca
bilimsel yapıtlar değil, şiir ya da müzik yapıtları için de geçerliydi. Düşünce
ürünleri ve yazar haklarına Doğu’da gösterilen saygı, bir başka yerde görülmüş
şey değildi.11
Evrensel Değil Avrupalı
Batılı tarihçiler, Rönesans’ın,
içinde yaşadığımız çağı da kapsayan evrensel bir uygarlık gelişimi olduğunu
söyler. Batı Rönesansı, kuşkusuz bir uygarlık gelişimidir, ancak bu
gelişim evrensel değil, Batı toplumlarının gereksinimlerine dayanan ve
Avrupa’ya ait bir olaydır. Dünya üzerinde, gelişkin ya da az gelişkin başka uygarlıkları
ne kadar evrenselse, Rönesans da
o kadar evrenseldir.
15.Yüzyıl Avrupası’nda bilimi öne çıkaran
yenilikçi anlayış, dünya halklarının zararına işleyen bir uluslararası
ilişkiler düzeni yaratmıştır. Ayrıca bu anlayış, liberalizmin yerini
emperyalizmin aldığı 20.yüzyılda, evrensellik bir yana; Batı toplumlarının
tümünü değil, en güçlülerinin çıkarlarını temsil eden bir düşünceye
dönüşmüştür. Örneğin, 20.yüzyılda bilim için sözkonusu olan artık, toplumsal
gelişime hizmet eden bilimsel ilerleme değil, kazanç hırsının yön ve biçim
verdiği teknolojik üstünlük yarışıdır.
DİPNOTLAR
1
“Toplum Bilim Sözlüğü”
Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kit., 1986,
sf.330
2
“Tarih Boyunca Bilim ve
Din”, A.Adnan Adıvar, Remzi Kit., 5.B.,
İst.-1994, sf.99
3
a.g.e. sf.99
4
a.g.e. sf.105
5
“Kitap Kıyımı” Yalçın
Kaya Tiglat Matbaacılık 2001,
sf.59
6
a.g.e. sf.59-60
7
a.g.e. sf.60
8
a.g.e. sf.75
9
a.g.e. sf.75
10
“Toplum Bilim Sözlüğü”
Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kit., 1986,
sf.330
11
“Allah’ın Güneşi
Avrupa’nın Üzerine” Sigrid Hunke,
Altın Kit.Yay., 2001, sf.227
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder