“Türkiye’de arkeolojik kazılar, birçok yerde birden
başladı ve arttı. 1931’den beri Atatürk, kendisinden miras umulan
‘halalara yapılan resmi ziyaretler’ gibi, bunların her birini ayrı ayrı ziyaret
etti. Hititler; dev gibi heykeller, sakallı tanrılar, üstü çivi yazısı ya da
hiyeroglif yazılarla dolu pişmiş topraktan küçük parçalar bırakmıştı.
Tabletlerin bulunması; mutlu, göz kamaştırıcı ve zafer dolu bir sonuçtu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra, ilk kez Lozan’da Batı
devletlerine karşı büyük bir yengi kazanmış olan yeni Türk,
şimdi düşün alanında, birincisinden daha parlak, belki de ondan da yararlı ve
ulusal gururu daha çok okşayan ikinci bir zafer kazanmıştı. Ve bu zafer, ne öç
alıştı! Lloyd George’un (İngiltere Başkanı y.n.) göçebe-barbar
diye nitelendirdiği Türk, Hitit’i ortaya koyarak, İngilizler’e, Fransızlar’a,
İtalyanlar’a ve bunların küçücük Yunanlı dostlarına, gerçekte tümünün efendisi
ve babası olduğunu kanıtlıyordu. Bu gerçeği, bütün vicdanımızla kabul etmeliyiz.
Gerçekler, artık geri dönülmez bir biçimde ortaya konmuştur ve klasik
olan bu ‘Coup de Theatre’, (tiyatroda
beklenmeyen ani gelişme) klasiklerin en olgunudur”.(×)
La Turguie devoilee-Marcel
Sauvage
Bilinmeyen Türk Tarihi
Milli Eğitim Bakanlığı’yla Türk Tarihi Tetkik
Cemiyeti, 2-11 Temmuz 1932 günlerinde Ankara’da bir tarih kurultayı
düzenledi. Öğretim üyeleri, uzmanlar, araştırmacılar ve tarih öğretmenlerinin
katılacağı kurultayda; bilimsel tartışmalar yapılacak, yeni bir tarih anlayışı
oluşturmak için Türk tarihinin genel esasları belirlenecek ve sonuçlar milli
eğitim programlarına yansıtılacaktı.
Kurultay’da birçok bildiri tartışıldı, konuşmalar
yapıldı. Bunlar içinde, yaşlı üyelerden İhsan Şerif Bey’in Kurultay’ın
başında yaptığı duygulu konuşma, Türk tarihinin o dönemdeki durumunu ve
Kurultay’ın ne denli güç bir işe giriştiğini gösteren bir konuşmaydı. Şerif
Bey şunları söyledi: “Kırk beş
yıldır tarih okutuyorum. Bu uzun zamanın her yılında, benim için çok üzüntülü
günlerim vardır. Bu günler, dersimin, Türkler konusuna geldiği günlerdir.
Anlatış biçimim cansızdır, coşkusuzdur, yavandır. Nedeni, Orta Asya yaylasına,
binlerce yıllık o ata yurduna ilişkin benim de diğer meslektaşlarım gibi, pek
az şey bilmemdi. O günlerde çalışır, uğraşır, biraz coşku duymak için
yiyecekmiş gibi kitaplara sarılırdım. Saatler geçer, sonunda yorgun, kötümser
ve üzgün kalırdım”.1
Kendini
Yadsıma (İnkar)
Osmanlı Devleti’nin yüz elli
yıllık ilk dönemi dışında, Türklere ve Türklüğe karşı tutumu, tam olarak bir kendini
inkâr durumuydu. Fatih ve Yavuz’la yoğunlaşan yabancılaşma,
Anadolu Türklüğü üzerinde, geleneksel bir baskıya dönüşmüş; Türk kimliğini,
devlet değil, büyük bir bedel ödeyerek ve devlete rağmen halk
yaşatmıştı.
Devlet kadrolarında Türk
unsuruna kesin olarak yer verilmemiş, ümmetçiliğin biçim verdiği siyasi düzen
içinde Türk tarihi ve kimliği ezilmişti.
Osmanlı Devleti’nin resmi
görüşüne göre, “tarihte Türk soyu diye bir şey yoktu. Yalnızca, ya
Müslümanlar ya Araplar vardı. İslam tarihinin uluları Araplardı. Araplar,
Kürtler, Arnavutlar övgüye değer uyruklardı. Padişahların ve Hanedanın bağını
yıllarca önce kestiği Türkler ise, adı bile anılmaya değmez, değersiz ve
kıymetsiz bir topluluktu”.2
Macaristan’da Türkoloji’nin kurucusu sayılan tarihçi Arminius
Vambert (1831-1913) Türkiye’de çalıştığı dönemde, “Türklüğün Türkiye’de
bilinmediğini gördüğünü” söyler ve “hayret verici bir durum” olarak
nitelendirdiği bu gerçeği şu sözlerle dile getirir: “Türk sözcüğü Türkiye’de,
kabalık ve vahşet anlamında kullanılıyor. Ben Edirne’den Çin Denizi’ne
kadar yayılan Türk ırkının önemine dikkat çektikçe bana, ‘herhalde bizi
Kırgızlarla, Tataristan’ın kaba göçebeleriyle bir tutmuyorsunuz’
diyorlardı. İstanbul’da, Türk tarihi ve Türk dili konusuyla ilgilenen birkaç
kişi dışında hiç kimse bulamadım”.3
Atatürk ve Tarih
Atatürk’ün
tarihe duyduğu ilgi ve öğrenme isteği, okul sıralarında başlamıştı. Elde
edebildiği her kitabı okuyor, sorgulayıcı irdelemeler ve yaşamla
ilişkilendirdiği yorumlarla, tarih konusunda kendisini yetiştiriyordu. “Savaş
cephelerinde bile”, ara vermediği okumalarını, bilimsel araştırmaya
dönüştürerek ölümüne dek sürdürdü.
Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra, 1923 yılında, tarih
eğitimi veren tek yüksek eğitim kurumu olan İstanbul Edebiyat Fakültesi’ne bir
yazı gönderdi. “Türk kültürünün odağı” saydığı Fakülte’den ve onun “Profesörler
Kurulu’ndan”, “ulusal bağımsızlığın bilim alanında tamamlanması için
tarihin incelenmesini” istedi.4 Doyurucu yanıt alamadı ve
konuyla kendisi ilgilenmeye karar verdi.
Dil ve
Tarihe Yöneliş
1924-1928 arasındaki yoğun
siyasi çatışmalar ve gerçekleştirilen devrimlerin ağır yükü, bu dönem içinde
tarihe zaman ayırmasına olanak vermedi. İç çatışmaların son bularak, ekonomi ve
kültür alanlarındaki atılımlar için uygun ortamın oluşmasıyla, Dil Devrimi’yle birlikte tarih araştırmalarını da
gündemine aldı. Birlikte yürüttüğü bu iki çalışmaya, büyük zaman ayırdı ve
yoğun emek verdi.
Türk tarihiyle ilgili, aydınlatılmasını gerekli gördüğü
sorunları, yıllar önce belirlemiş, ancak ele alamamıştı. 1928 yılında
girişeceği araştırmada, başlangıç olarak şu sorulara yanıt arayacaktı: “Anadolu’nun
en eski yerli halkı kimlerdir?... Anadolu’da ilk uygarlık nasıl oluşmuş, ya da
kimler tarafından getirilmiştir?... Türklerin dünya tarihi ve uygarlığı
içindeki yeri nedir?... Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının kuruluş ve
yayılış nedenleri nelerdir?... İslam tarihinin gerçek niteliği ve Türklerin
İslam tarihindeki rolü nedir?...”5
Yoğun
Uğraş
Bilinmezlikler ve ön
yargılarla dolu tarihsel olguların, bilimsel değeri olan bir çalışmayla ortaya
çıkarılması, bu çalışmanın içte ve dışta onay gören bir tarih tezi
haline getirilmesi, güç bir işti. Bilgiyle donanmış nitelikli araştırmacılara,
iyi bir örgütlenmeye, düzenli ve sabırlı bir çalışmaya gereksinim vardı.
1928’den sonra kendini yoğun olarak bu işe verdi. Okuyor, okutuyor, tartışıyor
ve yurt dışına araştırmacılar göndererek bilgi ve belge toplatıyordu. “Bakanlara,
milletvekillerine, profesör ve öğretmenlere görevler veriyor”, raporlar
hazırlatıyordu.6
Türkiye topraklarında yeni bir devlet kuran ve tarihi
unutturulan bir ulusun, kökenini ortaya çıkaracaktı. Önem verdiği bu işe
girişirken; “Güçlü devletler kuran atalarımız, büyük ve kapsamlı
uygarlıklara da sahip olmuştur. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve dünyaya
bildirmek, bizler için bir borçtur”7 “Türk çocuğu geçmişini
tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde güç bulacaktır”8
“eğer bir millet büyükse, kendini tanıdığında daha büyük olur” diyordu.9
Anadolu
ve Orta Asya
Ona göre Anadolu, kimi
tarihçilerin söylediği gibi kavimlerin gelip geçtiği bir uygarlıklar köprüsü
değil, kendi çevresini de etkileyen başlı başına özgün “birçok uygarlığın
beşiği ve geliştiği yerdi”.10
Tarihin saptadığı yalın
gerçek, Anadolu’nun aldığı Türk
göçünün, 1071’de başlayan yalnızca bin yıllık son dönemi kapsamıyor olmasıydı.
İkinci bin yılın başındaki göç dalgası, Orta Asya’dan Anadolu’ya yönelen büyük
göçlerin sonuncusuydu.
Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nu
kuran Kayı Oymağı, büyük Oğuz boyunun, ancak küçük bir ucuydu. Oğuzlar
daha önce İran, Irak, Suriye ve Anadolu’ya yayılan Büyük Selçuklu Devletini
kurmuştu.11
Onlardan önce, Orta Asya,
Afganistan, Hindistan ve İran’da; Karahanlılar, Samanoğulları, Gazneliler
devletlerini kurmuş, parlak uygarlıklar yaratmışlardı. Karahanlılar, İslamiyeti
kabul eden ilk Türk devletiydi. İslamiyetten önceki büyük Göktürk
devleti ve daha eski devletler, Türklerin tarihini İsa’dan çok öncelere,
Hititlere, Sümerlere dek götürüyordu.12
“Binlerce yıl deniz
dalgaları gibi birbiri ardınca gelen”13 Orta Asya göçlerini anlamak, “göç zincirinin
halkalarını tamamlamak” ve “Türk kavmi ile ilgisini bulmak” için, “Anadolu’daki
tarihsel temellerimizi derinlerde aramak” gerekiyordu.14
Türkiye’nin geçmişini öğrenmek
için, araştırmaların Orta Asya’yla ilişkilendirilmesi gerektiğini gördü ve
ilgisini bu alanda yoğunlaştırdı. Bitmeyen göçler, “ele geçirmeler
(fetihler)” ve “yok oluşların”; nedenlerini çözme çabaları, bu çabaya girenleri ister istemez Orta Asya’ya götürüyordu.
Türk
tarihinin üzerindeki perdeyi kaldırmak ve gerçeği öğrenmek için; göçlerin kaynağına gitmek, giderken de
Anadolu’daki tarihsel temele ağırlık vermek gerekiyordu. Nitekim kendisi,
çevresindeki tarihçiler ve Türk Tarih Kurumu, bu anlayışla yoğun bir çalışma
içine girdi ve kısa bir sürede, Türk tarihi araştırmalarında önemli bir
ilerleme sağlandı.
En eski uygarlıkların
yaratıcısı olanlar, örneğin “Hititler ya da Urartular, buradan başka bir
yere göç etmemişti”; Anadolu, “dışarıya göç vermemiş ama çok göç
almıştı.” Bu nedenle “Anadolu uygarlığının gerçek sahipleri, tarihin ilk
evrelerinden beri gelip bu uygarlığı yaratanlar ve onların bugün bu topraklarda
yaşayan torunları, yani Türk milletiydi”; “Anadolu uygarlığı, Türk
milletinin atalarından kalan” “değerli bir mirastı”.15
Sümerler ve Hititler
Türk tarihçiler, Alman, Amerikalı, İngiliz ve Rus Kazıbilimcilerin (arkeolog), Mezopotamya deltasında, özellikle Ur, Tello, Karkamış ve Lagaş'ta yaptıkları kazılara dayanarak; “Tarihin ilk dönemlerinde, yüksek uygarlıklara ulaşmış büyük halklardan en az ikisinin, dilleri ve kültürleriyle Türk kökenli olduklarını” ortaya çıkardılar. “Hititler (M.Ö. 3000-1000) ve bundan iki bin yıl önce Sümerler Türktüler”.16
İsviçreli tarihçi Jakop
Burckhardt (1818-1897) ve Fransız Alfred Fabre-Luce Hitit, İngiliz
kazıbilimci Sir Leonard Woolley (1880-1960) ise Sümer uygarlığını
buldular. Bu alanda yoğunlaşan araştırmalar, “tarihi yeniden yazdıracak
kadar önemli” sonuçlar getiriyordu.
Gelişmeler, Türk düşmanlığına
dayanan geleneksel tarih anlayışına karşı, Avrupa’da Türk uygarlığına “tutkulu
bir hayranlık” duyan tarihçilerin ortaya çıkmasına neden oldu.
Avrupa merkezci, tutucu
tarihçiler şaşırmışlardı. Bunlardan biri olan ünlü Fransız tarihçi ve din
bilgini Ernest Renan (1823-1892); “tarihin en güçlü ve en değerli
uygarlığını, Türkler gibi şimdiye dek yakıp yıkmaktan başka marifet göstermemiş
bir ırk nasıl yapmış olabilir. Gerçi gerçek, bazen gerçeğe benzemez. Eğer bize
Samilerden ve Arilerden önceki uygarlıkların en yükseğini kuranların Türkler ya
da Finuvalar olduğu kanıtlarla ispat edilirse, inanırız. Ancak bu kanıtların,
onu kabul etmenin doğuracağı fecaat (yürekler acısı durum) kadar güçlü olması
gerekir” diyordu.17
Fransız tarihçi Benoit Mechin’in
görüşleri ikincilik içeriyordu. Ona
göre, “dünyanın bilinen ilk büyük uygarlığını Mezopotamya’da kurmuş olan
Sümerler, Türklerin bir koluydu” ve “Sümer uygarlığını kuran Türk ırkı,
dünya kültürünün doğuşuna önderlik etmişti”.18
Nubert de Bischof’un
görüşü Mechin’in görüşlerine benziyordu ve şöyleydi: “Yeni buluşlar
ışığında bütün Asya ve Doğu Avrupa tarihi yeni bir görünüm alıyor. Turan
halklarının yaratıcı dinamizmini ortaya koyan bulgular, tarihi, eğer
değiştiriyor demeyeceksek, etkiliyor. Dün, tarihi olmayan ve Müslüman halklar
karmaşasında boğulmuş bulunan Türk ırkı, yalnızca bölgesinin gelişmesinde en
kuvvetli güç kaynaklarından biri değil, onunla birlikte tarih öncesi
karanlıklarda aklın ışığını fışkırtan ilk insanlığın da soyu oluyordu”.19
Doğu’dan gelerek Aşağı Mezopotamya’ya yerleşenler; akarsuları
düzenlemişler, bataklıkları kurutmuşlar, kanallar açarak tarım alanlarını
genişletmişlerdi. Başka göç kolları, Anadolu’ya yerleşerek Hitit, Batı’ya
giderek Truva, Girit, Lidya ve İyonya kültür
merkezlerini oluşturan Ege uygarlığını oluşturmuşlardı.20
İlk Ürünler
Çalışmalar, kısa bir süre içinde derleme,
çeviri ve telif yoluyla, 606 sayfalık Türk
Tarihinin Ana Hatları adlı yapıtın ortaya çıkmasını sağladı ve bu yapıt 100
adet bastırılarak tartışmak-eleştirmek üzere uzman kişilere dağıtıldı.
Eleştiriler değerlendirilerek 1931 yılında, 87 sayfalık bir başka çalışma, Türk
Tarihinin Ana Çizgileri-Giriş Bölümü hazırlandı ve 30 bin adet basılarak
piyasaya sürüldü.
Yeni bir Türk Tarih Tezi’nin oluşmakta olduğu açıktı. Varılan sonuçlar, en yeni kazıbilim
(arkeoloji) ve insanbilim (antropoloji) araştırmalarının verilerine
dayanıyordu. 1837’de toplanan İkinci Tarih Kongresi’nde, Türk Tarih Tezi, yabancı bilim adamlarının incelemesine
sunuldu. Yabancı bilim adamları, komisyon ve genel kurullarda yaptıkları
açıklamalarda, Türk Tarih Tezi’ni
“evrensel bir tarih gerçeği” olarak kabul ettiler.21
“Tarihçi” Devlet Adamı
Zaman ve yoğun emek vererek
katıldığı tarih araştırmalarında, Türk tarihinin derinliğini kavrayarak, çok az
bilinen bu tarihin, Orta Asya’nın
gizemli geçmişinde saklı olduğunu ortaya çıkardı. Çok çalışıyordu. Kimi zaman
2-3 gün hiç uyumadan okuyor, Orta Asya uygarlığının oluşumu kadar, bu
uygarlığın dünyaya yayılışı ve etkisini de araştırıyordu.
Araştırmasını o denli
genişletti ki, Tahsin Mayatepek’i, o zamanlar yalnızca Türkiye’de değil,
dünyada da fazla bilinmeyen Maya Uygarlığı’nı incelemek üzere Meksika’ya Büyükelçi olarak gönderdi.22
Orta Asya ve Maya dillerinin, başlangıçta bir anlam verilemeyen
benzerliği, Mayatepek’in gönderdiği belgelerle, ilginç bir boyut
kazanıyordu.
Tahsin Mayatepek,
kendi buldukları dışında, Amerikalı Arkeolog William Niven’in, ortaya
çıkardığı binlerce yıl öncesine ait belgeleri, on dört klasör halinde Ankara’ya
yolladı. Atatürk, bir yandan bu belgeleri incelerken, diğer yandan James
Churchward’ın beş kitabını Türkiye’ye getirerek çok kısa bir sürede
Türkçeye çevirtti. Meksika’dan gelen belgelerin büyük bölümü, Ön-Türk
kültürüyle Maya kültürü arasındaki benzerliklerini kapsıyor ve Türkler’in
kültür kökenleriyle ilgili, şimdiye dek gün yüzüne çıkmamış, bu nedenle hiç
bilinmeyen bilgiler içeriyordu.
Araştırmalar, kısa bir süre içinde, onun, Türk tarihi ile ilgili sezgilerinde haklı olduğunu ortaya çıkardı. Sahipsizlik nedeniyle, yok sayılan Türk tarihi, Avrupa kültürünün erişemeyeceği kadar geniş ve onu aşan bir kıdeme sahipti. Anadolu'nun değişik yörelerinde, özellikle Ankara, Sivas, Kayseri ve Adana'da yapılan kazılar herkesi şaşırtan dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkarmıştı. Eski dönemlerin karanlıkları, somut bulgularla aydınlatılmış, Türk tarihinin birçok uygarlığa kaynaklık ettiğini kanıtlamıştı.
“Türk
Tarihinin Ana Hatları”
Somut ürünler vermiş olsa da,
kısa bir zaman diliminde yapılan tarih araştırmalarını yeterli bulmuyordu.
Sürekli olarak yeni araştırma programları başlatıyordu. “Türklerin uygarlığa
katkılarını” ortaya koymayı amaçlayan, Türk Tarihinin Ana Hatları,
bu programın ilk ürünüydü.
Bu yapıtta, Türklerin siyasal
ve toplumsal yapıları, ekonomik yaşamları, felsefe, güzel sanatlar ve bilim alanındaki
ilerlemeleri, genel dünya tarihi içinde ele alınıyor ve kültürler arası
etkileşim konuları işleniyordu.
Daha sonra, halka ulaştırılan ve kolay okunan 66 broşür
hazırlandı. Türklerde Sanayi, Türklerde Tiyatro, Boyacılıkta Türkler,
Türklerde Beden Eğitimi, Türklerde Maliye, Türklerin Pedagojiye (eğitim bilimi)
Hizmetleri, Deri Sanayiinde Türkler gibi birçok konuyu ele alan bu
broşürler, yaygın ve tutarlı bir tartışma başlattı, özellikle genç aydınlar
içinde, tarih bilincinin yayılmasını sağladı.23
Tarihin
Derinleştirilmesi
Bu çalışmaları da yeterli
görmedi ve bir başka araştırma programı daha hazırlattı. Bu programda; “Genel
ve canlı bir tarih seferberliğinin başlatılması”, “Ülkede bilinçli,
canlı ve sürekli bir tarih kurma döneminin açılması”, “Türk ulusunun
kendi kültür ve tarihini kendisinin araştırması” gibi hedefler yer aldı.
Uzmanlar, öğretmenler, aydınlar, geniş halk kitleleri ve tüm devlet
kuruluşlarını “tarihin inşasıyla” yükümlü tuttu. Arkeolojik kazılara,
arşiv ve müze çalışmalarına büyük önem verdi.
Tarihle ilgili savların, kesin
olarak belge ve bulguya dayandırılmasını istiyor, “tarihini belgeye
dayandıran milletler, kendi gerçeğini bulur ve tanır. Türk tarihi, bilimin
belgelerine dayandırılmalı, bugünün aydın gençliği, bu belgeleri aracısız
tanımalı ve tanıtmalıdır”24 diyor, “tarih yazmak, tarih
yapmak kadar önemlidir. Yazan, yapana sadık kalmazsa, gerçekler değişmeyeceği
için, insanlık yanıltılmış olur” diye ekliyordu.25
Anadolu’daki “tarihi
değerlerin, onların gerçek sahibi Türk halkı eliyle bulunup korunmasını”
istek düzeyinde bırakmadı ve 1935’de, bu amaca hizmet edecek öğretmen ve bilim
adamlarını yetiştirmek üzere, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni kurdurdu.
1937 yılında, İkinci Türk Tarih Kongresi’ni
topladı. Ölümüne yakın; “Türk tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek,
durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir. Bunlar yol kesenlere
benzer, onlara aldırmayınız” diyerek vasiyet niteliğinde önermelerde
bulundu.26
Yarım
Kalan Atılım
Erken gelen hastalık ona fazla
zaman tanımadı, araştırma ve incelemelerinden ne sonuç çıkardığı, belgeleri
nasıl değerlendirdiği konusunda bir açıklama yapamadı. Bu konu hakkında, yakın
çevresinden de bir bilgi bugüne ulaşamadı.
Önermeleri yerine getirilmediği gibi, ölümüyle birlikte
yaptırmakta olduğu araştırmalar önce yavaşlatıldı, sonra durduruldu. İsmet
İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu 1939’da, yani ölümünden bir yıl sonra,
liselerde okutulan ve onun hazırlanmasıyla bizzat ilgilendiği Tarih Kitabı,
eğitim programlarından çıkarıldı. Yerine, bir yıl içinde hazırlanan bir başka
tarih kitabı geçirildi ve 1941-1942 ders yılında liselerde okutulmaya başlandı.
Tarihten
Güç Almak
Türk tarihini öğrenmenin, genç
kuşaklara özgüven kazandıracağına ve geleceğe dönük atılımlarda onlara güç
vereceğine inanıyordu. Bilimsel verilere dayanan yoğun araştırmalarla edindiği
bu inancı, sürekli dile getirdi ve gençlerin tarihi öğrenmelerini istedi.
1935 yılında şunları söylüyordu: “Türk yetenek ve
gücünün tarihteki başarıları ortaya çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri
için gereken atılım kaynağını bu tarihte bulacaktır. Bağımsızlık düşüncesini bu
tarihten kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan
adamları öğrenerek, kendilerinin aynı soydan olduklarını düşünecekler ve
kimseye boyun eğmeyeceklerdir”.27
DİPNOTLAR
(×) “Kemalizm”
Tekin Alp, Top.Dön.Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.163
1 “Kemalizm” Tekin Alp, Top.Dön.Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.153
2 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.426
3 “Kemalizm” Tekin Alp, Top.Dön.Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.141
4 “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay., İst.-1995, sf.20
5 “Atatürk ve Devrim” Prof.E.Z.Karal, Zir.Bank.Yay., Ank.-1980, sf.98
6 “Mustafa Kemal’den Yazdıklarım” Prof.A.A.İnan, Kül.Bak., 1981, sf.110
7 “Atatürk Hakkında Hatıralar
Belgeler” Prof.A.A.İnan, TTK,
Ank-1959, sf.297
8 “Belleten” Türk Dili, No:33, 1938, Ok Yay., sf.16
9 “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk
Devrimi” A.A.İnan, TTK, 1977,
sf.193
10 a.g.e. sf.193
11 a.g.e. sf.193
12 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.427
13 “Belleten” 42, sf.179; ak. D.Avcıoğlu “Türklerin Tarihi”
Tekin Yay., 1.Cilt, 1995, sf.30
14 “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay., İst.-1995, sf.20
15 “Belleten” 42, sf. 526 ve “Belleten” 128, sf.565; ak. a.g.e.
sf.30-31
16 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.306
17 “Histoire de People d’Israel” Ernest
Renan; ak. “Türk Tarihinin Ana
Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım, 1996, sf.69
18 “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.306
19 a.g.e. sf.307
20 “Kemalizm” Tekin Alp, Top.Dön.Yay., 2.Bas. İstanbul-1998, sf.151
21 “Atatürk ve Devrim” Prof.E.Z.Karal, Zir.Bank.Yay., Ank.-1980,
sf.101-102
22 “Türklerin Kültür Kökenleri” Ergun
Candan, Sınır Ötesi Yay., Temmuz
2002, sf.488-489
23 “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay., İst.-1995, sf.25
24 “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler” Prof. A.A.İnan, İş B.Yay., 1968, sf.242; ak. Arı
İnan, “Düşünceleriyle Atatürk” TTK, Ank.-1991, sf.143
25 “Türk tarih Kurumu
Atatürk’ün Mektupları”; ak. a.g.e. sf.143
26 Belleten” 140, sf.540; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi”
Tekin Yay., 1995, I.Cilt, sf.26
27 “Atatürk ve Devrim” Ord.Prof.E.Z.Karal, Zir.Bank.Kül.Yay., 1980, sf.100
Muhtesem lider... Erken yitirdik.
YanıtlaSil