21.Yüzyıla girerken, çalışanlar açısından dünya yüzyıl
öncesinin koşullarından daha iyi bir ortam oluşturmuyor. İşçiler birçok
bakımdan daha kötü durumdalar. Küresel şirketler, düşük ücret amacıyla işgücünü kadınlaştırdı, bir ölçüde de çocuklaştırdı.
(Kadın işçilerin ücretleri küresel işçi piyasalarında ortalama olarak; erkek
işçilerden yüzde 50 daha düşüktür.) Üretim fasonlaştırıldı. Parça başına ücret, evde üretim, part-time
çalışma, taşeronlaştırma yaygınlaştı. Daha sonra emek örgütlerine
kısıtlamalar getirildi ve sendikalar üzerine yasal ya da yasal olmayan baskılar
uygulandı. Dünyanın birçok yerinde insanlar, Fransız ihtilalinin “eşitlik-özgürlük-kardeşlik”
söyleminin yaşama geçmesini bekleyen işçi adayı serfler durumuna düştü. Dünya
sanki yeni bir feodal döneme girdi.
Sendikasızlaştırma
Yeni Dünya Düzeni
politikalarının temelinde, işçi haklarına ve emek örgütlerine karşıtlık vardır.
Yüksek kazanç ereğiyle işgücünün ucuz olduğu azgelişmiş ülkelere gelen
uluslararası şirketler, buralarda, işçi hakları gibi sıkıcı sorunlarla uğraşmak
istemediler. Bu nedenle, yatırım yapacağı ülkeden, yerine getirilmesini istediği
ilk koşul siyasi ve ekonomik dengedir (istikrardır). Yoksul ülkelerde şirket
isteği anlamıyla denge ise, çalışanların her türlü ekonomik ve demokratik
haklarını baskı altına almasıdır.
Köklü savaşım geleneğine ve kazanılmış haklara sahip olmalarına karşın,
gelişmiş ülke sendikaları bile, işçi sorunlarının giderilmesi yönünde artık
etkili olamamaktadır. Büyük boyuta varan işsizlik, işçileri işlerinden olma
korkusuyla edilgenliğe itmektedir. Sendikalar artık, aidat toplamanın dışında
herhangi bir işle uğraşmamaktadır.
Peri Masalı
Küreselleşme savunucuları, uygulanan
politikaların niteliği ortadayken iş ve işgücü sorunlarıyla ilgili görüşlerini
çok ayrımlı biçimde açıkladılar.
Bu açıklamalara göre, sermayenin serbest dolaşımı, işgücünün de serbest
dolaşımını getirecekti. Ortak bir kültür oluşturacak olan dünya ticareti,
ülkeleri ve insanları birbirlerine yaklaştıracak; dil, din, ırk ve etnik köken
ayrımı gözetilmeyen bir dünyada insanlar, diledikleri ülkede diledikleri kadar
çalışabilecekti. Bacasız sanayi ile post modern çağa ulaşan
insanlık, bolluk ve barış içinde yaşayarak, evrensel boyutlu bir uygarlığa
erişecekti... Bunlar söyleniyordu. Bu sözlere inanan ya da etkisi altında
kalanların sayısı hiç de az değildi.
Gerçekler
Bugün azgelişmiş ülkelerde, toplama
kamplarına dönüşen fabrikalar vardır. Yine bugün, New York ya da Londra’da,
1850’lere benzer koşullarda çalışılan iş yerleri de var. Parça başına ücret,
evde üretim, mal değiş tokuşu fasonculuk, outsourcing denilen
taşaronluk, çok düşük ücretlerle çocuk ve kadın çalıştırma; yalnızca
Bangladeş’te değil Detroit’de, New York’da, Los Angelos’ta da uygulanmaktadır.
Feodalizm adeta yeniden kuruluyor. Yüz yıllık sendikal savaşım birikimi
yok olmak üzere. ABD ve Kanada işverenleri arasında çok sık kullanılan (ve
uygulanan) günün moda sloganı şöyle; “Take it leave it” (ya bu deveyi
güdersin ya bu diyardan gidersin gibi birşey).
Sendikalar
Güç Yitiriyor
Toplu çalışma koşullarındaki işçilerin
çıkarlarını savunmak için üretim süreçlerinde ortaya çıkan sendikalar, iki yüz
yıllık geçmişe sahiptir. Bunlar, sanayi işçiliğinin ve üretim tekniklerinin
gelişen ve değişen koşullarına uygun olarak, sürekli olarak güçlenen bir evrim
geçirdiler. Ancak, en etkisiz dönemlerini bugün yaşıyorlar. Ücret ve sosyal
hakların arttırılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için bir zamanlar
ses getiren eylemler gerçekleştiren bu örgütler, bugün işverenlerin vermeyi
uygun gördüklerini onaylamaktan başka işe yaramayan, sessiz ve güçsüz
kuruluşlar durumunda...
Sendika yöneticileri, işçi haklarını kararlı bir biçimde
savunduklarında, başlarına sendikalarını yitirme dahil her türlü işin geleceğini
biliyor. Sendikalar ve sendikal savaşım, bugün hem ulusal hem de küresel
düzeyde baskı altına alınmış durumdadır. Bu nedenle sendikacılar ve sendikalı
işçiler, yeni haklar elde etmekten çok, işlerini ve eski haklarını korumanın
derdi içindedir.
Yeni Yöntemler
Yeni Düzen politikalarının çalışanların örgütsüzleştirilmesi için
başvurduğu yöntemler, özellikle 1980’lerden sonra, etkili oldu. Önce,
fabrikalar, yoğun bir biçimde denizaşırı yoksul ülkelere taşındı. Bu yolla hem
son derece düşük ücretle çalışan uysal ve örgütsüz yeni işçiler
kazanıldı, hem de artan işsizlik oranlarının baskısıyla anavatandaki ‘küstah’
sendikacılar ve ‘eylemci işçiler’, ‘hizaya’ sokuldu.
Grevler Azalıyor
Hükümetlerin desteğini alan uluslararası
şirketler, ileri düzeyde örgütlenmiş yapılarıyla, örgütsüz işgücü karşısında
ezici bir üstünlük sağlamıştır. Bu üstünlük, onlara sermayenin kalıtımsal
özlemi olan işçilerin sendikasızlaştırılması konusunda, yeni olanaklar sundu.
Sendikaların etkinliği hızla azaldı ve grevler etkin bir silah olmaktan çıktı.
İşçiler, gelişmiş ülkeler dahil, ellerindeki işten de olmamak için
grevlerden uzak durmağa başladılar. ABD’nde 1000 ya da daha çok işçiyi
ilgilendiren grevlerin sayısı, 1960’larda yılda 300 iken, 1991’de 40’a düştü.1
Aynı ülkede, üretim birimlerinin denizaşırı ülkelere taşınması nedeniyle,
1969-1979 arasındaki on yılda tam 35 milyon işçi işsiz kaldı.2
Eski
Bir Öykü: Sendikasızlaştırma
İşçi haklarıyla şirket kazancı arasında
ters orantılı bir ilişki vardır. Bu nedenle işçiler, sınıf olarak ortaya
çıktığı günden beri, elde ettiği bütün hakları savaşım vererek kazanmıştır.
İşçi-işveren ilişkilerini sürekli olarak gergin tutan ve işçi sınıfı tarihi
kadar eski olan bu savaşım; işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını olduğu
kadar, ülkelerin siyasi demokraside eriştikleri düzeyi de gösterir.
20.Yüzyıl başları endüstriyel yatırımların
arttığı ve sermaye dışsatımının yoğunlaştığı bir dönem oldu. Bu dönemde, işçi
ve işveren ilişkileri sertleşti ve Batı ülkelerinde büyük grevler ortaya çıktı.
ABD’nde 1893-1898 arasında 1,7 milyon işçiyi kapsayan 7029 grev olurken,
1899-1904 yılları arasında 2,6 milyon işçiyi kapsayan 15 463 grev meydana
geldi.3
Amerikan Şirketleri; grev dalgasının
yayılması üzerine profesyonel grev kırıcıları devreye soktu ve sonuçta kan
döküldü. Özellikle göçmen işçiler arasında ırk, din ve dil ayrılıkları
kullanıldı, bu yolla işçilerin birliği önlenmeğe çalışıldı. Pinkertonizm
denen ajan büroları hemen her greve vahşi yöntemlerle saldırdı. İşverenler, İmalatçılar
Ulusal Birliği adı altında örgütlenerek, sendika yöneticileriyle grevci
işçilerin ABD’nin hiç bir yerinde işe alınmamasını sağlayan bir örgüt ağı
kurdu.
Mahkemeler grevleri erteledi ve önceden tasarlanmış kışkırtmacı
eylemlerin yasal sorumluluğu, hemen her yerde grevci işçilere yüklendi.
Baskının yoğunlaşması sendikal savaşımı küçülttü ve örneğin 1904’de 1 676 000
üyesi olan Amerikan İşçi Federasyonu AFL, yavaş yavaş çökmeye başladı.
Gelişmelerden etkilenen Jack London 1907 yılında işçi savaşımını konu
alan ünlü Demir Ökçe’yi yazdı.4
20.Yüzyılda Sendikal Savaşım
İşçi eylemleri ve sendikal savaşım,
20.yüzyıl boyunca tüm dünyaya yayıldı ve hemen her ülkede toplumsal yaşamı
belirgin bir biçimde etkiledi. Savaşım amaçları, ekonomik istemleri aşarak
yönetim sorununu da içermek koşuluyla geniş kapsamlı politik ereklere yöneldi.
Dünyanın birçok yerinde gerçekleştirilen işçi eylemleri artık yönetimi
amaçlayan siyasi bir strateji izliyordu.
İşçi eyleminin siyasi sorun durumuna
gelmesi, dünya iş çevrelerini, devlet ve hükümet yetkililerini son derece
tedirgin etti. Zaten gerilimli olan ilişkiler, çoğu kez uzlaşması olanaksız
çatışmalara dönüştü.
20.Yüzyılın politik ortamını; biçim,
kapsam, nicelik ve etkileri değişen işçi eylemleri ve bu eylemlere karşı
gösterilen küresel tepki belirledi. Çatışan taraflar, ellerindeki bütün
olanakları kullanarak birbirlerine karşı üstünlük kurmağa çalıştı.
1917 Rusya’sından 1933 Almanya’sına ve 1990’ların ABD’ne dek geçen yüz
yıllık savaşım süreci içinde, ilk elli yılda işçi savaşımı, ikinci elli yılda
ise (özellikle 20.yüzyılın sonlarında) karşıtları, daha üstün gözüktü.
Günümüzde Durum
ABD devi General Motors, 1992
yılında 8,7 milyar dolar zarar etti. Bu Kuzey Amerika tarihinin bir yıl içinde
gördüğü en büyük zarardı. Şirket ABD ve Kanada’daki 20 fabrikasını kapattı ve
74 000 işçiyi işten çıkardı. Texas’daki fabrikasını açık tutmak için işçilere,
yüzyıl önce değil kabul etmek akıllarından bile geçirmeyecekleri bir öneri
getirdi. Bu öneriye göre fazla mesai almadan 3 vardiya halinde çalışılacaktı.
İşini yitirmek istemeyen işçiler öneriyi kabul etti ve Amerikan tarihinin ‘en
sözdinler, en uysal’ işçileri olarak çalıştılar.
Ford 1987’de, Cuautitlan’daki yirmi üç yıllık fabrikasını,
ücretlerin arttırılmasını isteyen bir grev nedeniyle kapattı. Birkaç hafta
sonra yeniden açtığında eski ücretlerin yarısını veriyordu. Fabrika yönetimi,
yeni giriş yaptırdığı bütün eski işçilere kıdem tazminatlarını ve emeklilik
haklarını yitirdiklerini bildirdi. İşçilerin protestosu nedeniyle yüzden fazla
silahlı adam fabrikaya getirildi. Açılan ateş sonunda bir işçi öldü sekiz işçi
yaralandı.5 Pinkertonizm Amerika’da 21. yüzyılda hala
yürürlükteydi.
Fabrika Göçü
Uluslararası şirketlerin önemli bir
bölümü, kendi ülkelerinde elde ettiği işçi çalıştırma ayrıcalıklarına karşın,
bunları yeterli görmedi ve fabrikalarını deniz aşırı ülkelere taşıdı. ABD
kökenli en büyük 500 uluslararası şirket, ABD’nde, 1979-1992 yılları arasında 4
milyon 400 bin Amerikalı işçiyi işten çıkardı.6
1950 yılında ABD’nde ekonomik etkinliğin
üçte biri üretimle ilgiliydi ve bu alanda çalışan işçilerin sayısı tüm
çalışanların neredeyse yarısını oluşturuyordu. 1980’lerin ortalarında fabrikalarda
çalışanların sayısı tüm çalışanların yüzde 20’sine, 1990’ların başında ise
yüzde 16’sına düşmüştü.7
Helikopterden soğutuculara dek çeşitli mallar üreten ABD şirketi United
Technologies’in Genel Müdürü George Davit’in, 1996’da Ulusal Basın
Kulübü’nde yaptığı bir konuşmada söyledikleri, fabrika göçünün eriştiği düzeyi
göstermektedir. George Davit şunları
söylüyor: “1990’dan bu yana ABD’nde 30 bin işçiyi işten çıkardık, buna
karşılık yurt dışında 15 bin yeni iş alanı açtık... Bugün ABD’nde çalışan 120
milyon işçinin 30 milyonunun işi tehlikededir... İşçi çıkarları konusunda
ABD’nin uluslararası şirketler arasında egemen olan bu eğilim değişmeyecektir”.8
Azgelişmiş Ülkeler
Sendikalar, gelişmiş ülkelerde güç
yitirirken azgelişmiş ülkelerde yaşam şanslarını ve ayakta kalma olanaklarını
yitiriyordu. İşçi sınıfının güçlü olmadığı, sendikal savaşım geleneğinin
bulunmadığı ve siyasi demokrasinin işlemediği bu ülkelerde sendikalar çok çabuk
çökertildi. İşçi hakları için savaşımda kararlı olmayan, siyasi erkle çatışmayan
ve büyük çoğunluğu devlet işletmelerinde varlığını sürdüren birkaç dernekleşmiş
sendika dışında, ortada herhangi bir işçi örgütü kalmadı.
Kendi ülkelerinde işçi eylemlerini
sınırlamayı başaran uluslararası şirketler, yatırım yapacağı ülkelerde; işçi
haklarının sözünü bile duymak istemiyordu. Yabancı Sermaye yatırımları için her
türlü ödünü vermeğe hazır hükümetlere, yatırım yapmak için; işçi haklarının (ne
kadar varsa) ortadan kaldırılmasını ve işçi istemlerine karşı gerekli
önlemlerin alınmasını koşul koyuyordu.
Şirketlerin istekleri dünyanın her yerinde
kabul edildi ve azgelişmiş ülkeler uluslararası yatırımcılar için dengeli
(istikrarlı) yerler durumuna getirildi. Hükümet yetkilileri, ülkelerine gelen
bütün ticari kurullara işbırakımsız bir ortam sözü veriyordu.
1988’de Bolivya’daki ekonomik “iyileştirmenin” mimarı Sanchez
de Losado, şunları söylemişti: “Sendika yöneticilerini tutuklayıp
ülkenin iç bölgelerine sürgün ettik. Devlete ait Cambol Maden
Konsersiyomu’nu kapattık. Bu madenlerde çalışan 24 bin işçiyle kamu sektöründe
çalışan 50 bin ücretlinin işine son verdik”.9
Türkiye’de Durum
Türkiye’de, 12 Eylül 1980 darbesinden
sonra sendikalar üzerine şiddetli bir baskı uygulandı. 1980-1982 döneminde Devrimci
İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na
bağlı sendikaların yöneticileri tutuklandı, sendika mallarına elkondu.
Çıkarılan yasalarla kazanılmış haklar büyük oranda ortadan kaldırıldı. Sendika
kurmak, işyeri örgütlemek ve sendika değiştirmek, adeta ‘dünyanın en güç işi’ oldu. Sendikalar, adı var kendi yok sanal
örgütler durumuna getirildi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın resmi verilerine dayanılarak
yapılan bir çalışmaya göre; 1980’lerden sonra Türkiye’deki sendikal örgütlenme,
büyük güç yitirdi ve bir çok sendika varlığını kağıt üzerinde sürdürür duruma
düştü. 103 işçi sendikasından 20’si tümüyle kapandı, 35’i yalnızca kayıtlarda
var gözüküyor.10
DİPNOTLAR
1 Washington Post 05.07.1992, ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh
“Küresel Düşler” Sabah Kit., sf.246
2 “Deindustrialization” Barry Bluestone sf.31 ak.
a.g.e. sf.232
3 “1914’e Kadar Sanayi İlişkileri” Georges Lefranc
20.yy. Tarihi, sf.288
4 a.g.e. sf.289
5 “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J. Cavanagh Sabah
Kitapları, sf.253
6 Fortuna 19.04.1993, sf.176 ak. R.J.Barnet-J. Cavanagh,
“Küresel Düşler” Sabah Kitapları, sf.326
7 “Manufacturing Mattes” Stephan S.Cohen-John Zysman
(New York: Basic Book 1987) sf.4 ak. a.g.e. sf.219
8 International Herald Tribune 15.02.1996 ak. a.g.e. sf.143
9 “Sömürgecilik Emperyalizm Küreselleşme” F.Başkaya
Öteki Yay., sf.28
10 “Sendikal Örgütlenme Hız Kaybediyor” Güneş Gürson
Cumhuriyet 08.02.1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder