Türk halkı, YAŞ
toplantılarına; TSK’ya kumpas saldırılarının başladığı 2007 yılından beri,
eskisi kadar ilgi göstermiyor. 10 yıllık baskı sürecinde orduya sokulan
siyaset, TSK'yı Atatürk’ün ordusu olmaktan çıkardı. Halkın alınan kararlara ve komutan terfilerine
yönelik ilgi azalması buradan geliyor. Orduya siyaset sokmak, üstelik dinci
siyaset sokmak, art arda darbeler alan bu büyük kurumu ilerde; emir-komuta
zinciri bozulmuş, savaşkanlık ruhunu yitirmiş, disiplinsiz bir insan kalabalığı
haline getirecektir. Yönetime gelen her parti, orduya kendi adamlarını ve
politik farklılıklarını taşıyarak, orduyu ordu olmaktan çıkaracaktır.
Osmanlının son döneminde yaşananlar yeniden yaşanacaktır. Abdulhamit, cahil
“alaylı subayları” paşa yaptı; Enver Paşa ordunun komutasını Almanlara verdi;
Menderes NATO’ya teslim etti. Ancak, orduya en büyük zarar son on yılda
verildi, aceleyle çıkarılan kararnameler ordunun niteliğini değiştirdi.
Aşağıdaki yazıyı, uyarımızı yapıp tarihe not düşmek için yayınlıyoruz.
Kararnameler
15
Temmuz darbe kalkışmasından sonra olağanüstü
hal ilan edildi ve art arda kanun kuvvetinde kararnameler çıkarıldı.
Kararnamelerde dikkat çeken özellik; Washington’da, AKP çevrelerinde ve
yandaş basında eskiden beri dile getirilen istemleri içermesi ve önceden
hazırlandığı izlenimi vermesiydi.
Kısa bir süre
içinde çıkarılan kararnamelerle; Jandarma İçişleri Bakanlığı’na bağlandı; Harp Akademileri ve askeri
okullar kapatıldı, Kuvvet Komutanları Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı,
Genel Kurmay Başkanı barışta ordunun komutanı olmaktan çıkarıldı, imam hatip
mezunlarının subay
olması sağlandı, ordunun yargı ve sağlık kurumları elinden
alındı.
Tartışılmadan ve eleştirilmeden, yaptım oldu
anlayışıyla alınan bu kararlar, ordunun Kurtuluş Savaşı’ndan gelen Atatürkçü
geleneğini bozacak ve bir tür polis örgütüne dönüştürecektir. Siyaset, üstelik
en ilkel biçimiyle bünyesine girecek ve onu içinden çürütecektir. Atatürk’ün
kurduğu ordu bir başka orduya dönüşecektir. Bunun ön uygulamaları görülmeye
başlamıştır.
Kendi Ordusundan Korkma
Yöneticilerin
kendi ordusundan korkması, toplumun genel çıkarlarıyla çelişkisi olan
güçsüz yönetimlerin davranış biçimidir. Yolsuzluğa bulaşmış her iktidar
güçsüzdür ve egemenliğini sürdürmek için güce başvurmak zorundadır. Bu nedenle,
gücün somut ifadesi olan ordu (ve polis), bu tür iktidarların denetiminden asla
vazgeçmeyecekleri kurumlardır.
Ordu, ne denli
yoğun denetlenirse denetlensin, bu tür yöneticiler ona her zaman kuşkuyla
yaklaşır, ondan korkar. Ordu,
içinden çıktığı toplumun bir parçasıdır. Denetimden çıkma olasılığı her zaman
vardır. Elindeki büyük gücü, kendi bildiği gibi kullanabilir. Siyasi
tarih buna darbe adını veriyor.
Kimi yöneticiler, bulaştıkları yolsuzluğun ve kötü
yönetimlerinin yoğunluğuna bağlı olarak, ordu üzerindeki denetimi, güçsüz
kılma üzerine kurabilir. Onlar için, ordunun dışa karşı güçlü olması değil,
kendisine karşı bir davranışta bulunamayacak kadar güçsüz olması önemlidir.
Türk tarihinin son 200 yılında bunun örnekleri vardır.
Osmanlı’da Durum
Osmanlı
padişahlarının bazıları, 19.yüzyılda; ülkeyi savunacak orduyu, tahtları için
tehdit unsuru olarak görmüştür. Ya mevcut orduyu ortadan kaldırıp kendine bağlı
yeni ordular kurmuşlar ya da bilinçli olarak orduyu zayıf bırakmışlardır. Bu
tutumla ülkeye büyük zarar vermişler ancak darbeleri önleyememişlerdir.
Yenilikçi
olması nedeniyle konumu farklı olan 2. Mahmut, Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırıp yerine
yeni bir ordu olan Eşkinci Ocağı’nı kurmuş ancak bu girişim, darbeyi
önlememişti. Oğlu Abdülaziz, bir suhte (medrese öğrencileri) darbesiyle
tahttan indirilmişti.
Yerine geçen
yeğeni Abdülhamit, yaşadığı sürece darbe olasılığından korktu ve
orduyla ilgili karar yetkisini tümüyle kendi üzerine aldı. Ordunun güçlenmesini
istemedi. Donanmayı Haliç’te çürümeye terk etti. Atamalarda yeterliliğe değil
saraya bağlılığa önem verdi. Komutanların her hareketini izleyen hafiye
birimleri oluşturdu, orduya büyük tatbikat yaptırmadı.
Ancak, o da darbeyi önleyemedi. İttihat ve
Terakki’ye bağlı subaylar tarafından tahttan indirildi. Darbeleri
ortaya çıkaran nedenlerin, toplumların gelişme istemine yanıt veremeyen
yetersiz yönetimler olduğunu göremedi ve aldığı onca zabıta önlemine
karşın darbeyle yönetimden uzaklaştırıldı. Darbe korkusuyla orduyu
mahvetti ama darbeyi yine de önleyemedi.
Siyaset ve Ordu
Darbe
korkusuyla orduya siyaset sokmak; orduyu, içinde birbiriyle çekişen
kümelerin oluştuğu bir kalabalık haline getirmek demektir. Bu girişim, emir
komuta ilişkisini bozar ve ortak duygularla ülke savunmasında görev yapan
subayları, birbirine kuşkuyla bakan güvenilmez karşıtlar haline getirir. Sivil
yaşamdaki sıkıdüzen (disiplin) yoksunluğu orduya taşınır.
Yüzyıl başında, İttihat ve Terakki’nin ordu
içindeki gizli örgütlerine karşı, Hürriyet ve İtilaf’ın Halâskâr Zâbitân
(Kurtarıcı Subaylar) örgütü vardı. Bu örgütler yani aynı ordunun subayları,
birbirlerine karşı suikastlar düzenliyor baskınlar yapıyordu. Ordu, iki düşman
ülkenin askerlerinin aynı çatı altında tutulduğu bir örgüt haline gelmişti.
Siyaset ve Balkan Yenilgisi
Orduya siyaset
bulaştıran ittihatçı-itilafçı çatışması, utanç verici Balkan yenilgisine
yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla sonuçlanan yıkıcı sürecin hem
nedeni hem de belirleyicisi oldu. Darbe önleme amacıyla yapılan
siyasileşme, orduyu ordu olmaktan çıkardı ve Türk tarihinde benzeri olmayan
Balkan yenilgisine yol açtı.
Balkan yenilgisi, ordunun yapısıyla oynamanın nelere yol
açacağını gösteren, ders alınması gereken çarpıcı bir örnektir. İncelenmesi ve
bugüne yönelik sonuçlar çıkarılması gerekir. Balkan devletlerinin ortak hareket
ettiği Birinci Balkan Savaşı’nda
(1912), Osmanlı Ordusu o denli çabuk ve kolay yenilmişti ki; sonuç, yalnızca
Türkiye ya da Balkan devletlerini değil, Avrupalı büyükler ve Rusya dahil, tüm
dünyayı şaşırtmıştı. Yüzyıllar boyu eyalet olarak korunan küçük devletçikler,
200 bin kişilik Osmanlı Ordusu’nu bir anda ve inanılması güç bir kesinlikle
yenmişti.
Orduyla Oynamanın Bedeli
Padişahlar
tarafından, paşalık dahil her türlü rütbe, saraya bağlı kişilere armağan olarak
veriliyordu. Orduda, alaylı denilen okuma yazma bilmez ‘subaylar’, hatta paşalar vardı. Önemli
yerlere bunlar getiriliyor, yetenekli ve yurtsever subaylar etkin görevlerden
uzak tutuluyordu.
Particilik
(fırkacılık) ve düşünce farklılıkları, subaylar arasında ayrıcalıklara yol
açmış, orduda sıkıdüzen diye bir şey kalmamıştı. Komutanların terfilerinde
yeterlilik (liyakat) değil, saraya bağlılık belirleyici oluyordu. Atamalarında
padişaha yön veren sadrazamlar, kendilerini o yere getirten yabancı
büyükelçilerin yönlendirmesi altındaydılar. Örneğin “Sadrazam Reşit Paşa
İngilizler’in, Ali Paşa Fransızlar’ın, Mahmut Nedim Paşa Ruslar’ın adamıydı”.1
Enver Paşa ve ittihatçı önderler ise Almanların etkisi altında, onların
isteği yönünde siyaset yapıyorlardı.
Mustafa Kemal’in
Ordusu
Mustafa
Kemal, Türk ordusunu Kurtuluş Savaşı içinde kurdu ve
geçmişteki yanlışlardan çıkardığı sonuçlarla orduyu kesin olarak siyaset
dışında tuttu. Ordu kurmak, eğitmek ve savaştırmak; O’nun en iyi bildiği işti.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da kendini yetiştirmiş, kuramsal ve eylemsel
olarak askeri tarihe geçen uygulamalar yapmıştı.
Cumhuriyet’in
koruma ve kollanmasını emanet ettiği ordunun üzerine titriyordu. Ona kendisi
karışmadığı gibi kimseyi karıştırmadı. Yarattığı ordunun; yapılanmasını,
işleyişini ve karar süreçlerini belirledi ve bunların uygulanmasını komutanlara bıraktı.
Belirleyip uygulamaya döktürdüğü
kurallar bütünü, Türkiye’ye özgüydü ve mükemmeldi.
Mustafa Kemal’in
kurduğu orduya ilk büyük darbe, en yakın silah arkadaşı İsmet İnönü’den
geldi. Türk Ordusu’nu,
onun emrine vermek için NATO’ya başvurdu. TSK, ABD etkisine girdikten sonra;
darbeler, tasfiyeler ve çatışmalarla dolu uzun bir süreç yaşandı. Ordu Atatürk’ün
ordusu olmaktan çıktı, NATO’ya bağlı bir ordu oldu.
Tehlikeli Süreç
Şimdi, orduyu çok daha
tehlikeli bir süreç bekliyor. Darbe kalkışmasının yarattığı korku, karar
vericileri; Atatürk’ün başarısı kanıtlanmış uygulamalarına değil,
tarihsel olarak bağlılık duydukları Osmanlı padişahlarının tutumuna yöneltiyor.
Orduya din ve siyaseti sokacak köklü dönüşümler yapılıyor. Yapılanlar; orduyu,
bağlı olarak ülkeyi, Osmanlı’nın yıkılış dönemine götürecek uygulamalardır.
Önlem alınmazsa, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın gittiği yola girecek; siyasi partiler,
kümeler ve tarikatlar
arası çatışmalarla boğuşmak zorunda kalacaktır.
Yaşamakta olduğumuz süreç, yakın tarihimizle birlikte değerlendirilirse;
dün yapılan Yüksek Askeri Şura Toplantısı’nın, Türkiye açısından ne değer
taşıdığı ve geleceğe yapacağı etkinin ne olacağı, daha iyi anlaşılacaktır.
DİPNOTLAR
1 “Osmanlı
Tarihi” Prof.Enver Ziya
Karal; ak, Vural Savaş, “Militan
Atatürkçülük” Bilgi Yay., 2001, sf.90
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder