(26 Eylül Dil Bayramı
kutlu olsun)
“Kendi dili ile düşünmeyen, okuyup
öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız olamaz; hiçbir
ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini bulamaz; dilde
ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini elinden bırakmış, güçsüz
düşmüş, birliğini yitirmiş demektir”.(×)
Türkçe'nin Durumu
Yazı
değişimiyle ilgili çalışmalar, Türk dil ve tarihinin büyük bir iyesizlik
(sahipsizlik) içinde, yüzyıllar boyu yok olmaya bırakıldığını ortaya çıkardı.
Osmanlı tarihçilerine göre; Türkler, İslamiyet öncesinde göçebe barbarlardı;
bilim ve yazına (edebiyata) uygun bir dilleri yoktu; Türkçe, Arapça ve
Farsça’nın sözcük ve kural egemenliği altına girmeden yaşayamazdı; Türkler, “uygarlık
bakımından tarihsiz, bilim ve edebiyat bakımından dilsizdi”.1
Devlet politikasına dönüştürülen ortak söylem böyleydi.
Atatürk, bu anlayışın verildiği bir eğitim içinde yetişmişti. Başlangıçta, yeterli bilgisi olmamasına karşın, bu tür görüşlerin bilimle ilgisi olmayan savlar olduğunu sezmişti. Kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği kazanan Türk dil ve tarih çalışmalarına, her zaman büyük önem verdi. Yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel etkinlikler düzenledi; Türk dil ve tarih araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. G.L.Lewis, dil çalışmaları için “devrimler içinde, Türklük bilincini geliştirmeye, belki de en çok yarayan, Dil Devrimi olmuştur”2 diyecektir.
“Can Çekişen” Türkçe
Türkçe,
Selçuklulardan beri uzun süren boşlama ve ilgisizlik nedeniyle, devlet katında “can çekişen” bir dil durumuna gelmişti.
Yüksek sınıf, Arapça ve Farsça öğrenip kullanmaktan onur duyuyordu.
Farsçaya, güzel söz söyleme yolu, Arapçaya Peygamber’in konuştuğu dil olduğu
için kutsal gözle bakılıyordu. Son dönemlerde Fransızca, İngilizce hatta
Almanca, “birbirine karşıt dalgalar
halinde”3 Türkçeye girmişti. 20.Yüzyıl başında, resmi dil olarak
kullanılan Türkçede, kendine ait tümce (cümle) ve sözcüklerin (kelime) oranı,
yüzde yirmi beşe düşmüştü.4
Ülkenin
en iyi yazarlarının kullandığı yazı dilinde, yabancı sözcük egemenliği o denli
yoğundu ki, okur yazarı zaten az olan halk, bu yazarların yapıtlarını
anlayamıyordu. “Aydın kişiler, özellikle
yabancı dilde eğitim görenler, ne kendi dillerinin ne de sonradan öğrendikleri
yabancı dilin inceliklerini anlıyordu. Sonuç olarak Türk yazı dili, halkın
olduğu kadar aydınların da kavrayamadığı ‘bir diller karması’ durumuna
gelmişti”.5
1908 yılında liselerde
okutulan bir kitapta kullanılan dil şöyleydi: “Ol Şeb-i hayır-ki bir sabah-ı
felâhın miftah-ı zafer-küşası idi. Şehriyar-ı Gazi Hazretleri cebîn-i taarru-u
iftikarı zemin-i teşeffu-u istinsarda kaldırmayıp...”6
Halk
Dilini Yaşatıyor
Resmi
dil, bu denli bozulma içindeyken, halk, dilini günlük yaşamda canlı tutmuş;
toplum ilişkilerinde, ozan deyişlerinde, koşuklarda (şiirlerde) tekke
söyleşilerinde onu koruyup geliştirmişti. “Tekke
dili, halk diliydi” ve derinliği olan bu dil, “birçok gizemci (tasavvufçu) deyimiyle zenginleştirilmişti”.
Devlet bu dilden uzak
durmuş, bu dili sürekli “resmi eğitim
dışında tutmuştu”. Halk ozanı Yunus Emre’nin sekiz yüzyıl önce
kullandığı Türkçe şöyleydi: “Derviş bağrı baş gerek/Gözü dolu yaş
gerek/Koyundan yavaş gerek/Sen derviş olamazsın/Dövene elsiz gerek/Sövene
dilsiz gerek/Derviş gönülsüz gerek/Sen derviş olamazsın”.7
Türkçe’nin Düzeyi
Yazı
yenileşmesiyle ilgili çalışmalar, Türkçenin niteliğinin de düzeyini ortaya
çıkardı. Türkçe, Türkiye’de hiç kimsenin düşünmediği kadar varsıl, güçlü ve
etkili bir dildi. Karşılaşılan bu gerçeğin, uluslaşma devriminin önderi olarak
onu coşkuya sürüklememesi olanaksızdı. Çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Onun
için, dil, ulusun temeli; tarih ise bu temeli oluşturan uzun geçmişti. Dilin
incelenmesi, kaçınılmaz olarak tarihin de incelenmesini gerekli kılıyordu.
Yakın çevresine, “dil bir çıkmaza saplanmış, çıkmazda bırakmaya çalışıyorlar.
Ben bu işi başkasına bırakamam. Dili çıkmazdan biz çıkaracağız” diyordu.8
Harf değişimi, 1 Kasım
1928’de yasalaştıktan sonra, “Alfabe
Komisyonu’nu” dağıtmadı ve abece (alfabe) konusunda olduğu kadar, dil
konusunda da yetkinleşen bu kuruluşu, “Dil
Komisyonu’na” dönüştürdü. Komisyon kurulduktan sonra; Celâl Sahir, Ahmet
Rasim ve İbrahim Necmi, bir yazım sözlüğü (imla lûgatı) hazırladı.
Hemen ardından, Larousse sözlüğünün sözcüklerini, Türkçeyle karşılayan çeviri
çalışması yapıldı. Bu çalışma, “varsıl
sanılan Osmanlıcanın gerçekte ne denli yoksul olduğunu”9 ortaya
çıkardı.
Yoğun Çalışma
Tarih öğrenildikçe, Türkçenin önemi daha çok öne çıktı ve kaynağı Orta Asya olan öz Türkçe'ye ilgi ve yöneliş arttı. Eski Türk dilinin söz dizimine (sentaks) dönmek için, Türkçe kök sözcükler arayan gezginci derleme ekipleri oluşturuldu; bu amaçla köylere, kasabalara gidildi. Ağızlar (şiveler), deyimler, atasözleri ve söylenceler (efsaneler) derlendi; eski koşuklar toplandı.
Çalışmalar ilerledikçe, çok parlak sonuçlara ulaşıldı. Türk halkı, dilini Orta Asya'dan getirdiği biçimiyle korumuş, zenginleştirerek geliştirmişti. Batılı bilim adamlarının, 19.yüzyılda Türk dili ve tarihi konusunda yaptığı araştırmalar da aynı sonucu veriyor, konuyla ilgilenen bilim adamları, Türkçeye karşı, tutkulu bir hayranlık içine giriyordu.
Çalışma Gücü Başarma İstenci
Dil Komisyonu'nun yeterince üretken çalışmadığını düşünerek, dil-tarih araştırmalarını doğrudan ele almaya karar verdi. Zamanının önemli bölümünü, bu işe ayırdı. Sürekli okuyor, araştırıyor, çevresine topladığı yerli yabancı bilim adamları ve uzmanlarla tartışıyordu. Çankaya bir “uygulama okuluna”10 , sofra ise “bir seminer masasına”11 dönüşmüştü.
Dil devrimine giriştiğinde, 47 yaşında bir emekli general ve Cumhurbaşkanıydı. Dil ve tarih gibi uzmanlık isteyen bir konuda, büyük dönüşümler gerçekleştirecek atılımlara öncülük edemeyeceği söyleniyordu.
Dil devrimine giriştiğinde, 47 yaşında bir emekli general ve Cumhurbaşkanıydı. Dil ve tarih gibi uzmanlık isteyen bir konuda, büyük dönüşümler gerçekleştirecek atılımlara öncülük edemeyeceği söyleniyordu.
Ancak o,
kendine özgü direnç ve çalışma gücüyle, “sanki
Misak-ı Milli sınırlarını savunur, sanki ülkeyi kapitülasyonlardan arındırır
gibi”12 dil özleşmesiyle uğraşıyor; dil ve tarih konusunda, bin
yıllık savsaklamalardan, boş inançlardan ülkeyi kurtarmaya çalışıyordu.
“Savaşlarla
geçen, bir gün dinlenme görmemiş yaşamının, o yorgun döneminde”13,
Radlov’un dört ciltlik Türk Lehçeleri Sözlüğü’nü, Pekarsky’nın
yine dört ciltlik Yakut Sözlüğü’nü ya da H.G.Wells’in Dünya Tarihinin
Ana Hatları’nı elinden düşürmüyordu. Bir keresinde, iki gece üst üste yatağa
girmemiş ve “yalnız kahve içerek ve arada
bir ılık banyo yapıp, göz kapaklarını ıslak bir tülbentle silerek” kırk
saat durmadan Wells’i okumuştu.14
Atılım
Başlıyor
Yoğun
ve özenli bir hazırlık döneminden sonra 1932’de, Dil Devrimi savaşımını
başlattı. “Bu yeni ulusal savaşı yönetmek
üzere”15 12 Temmuz 1932’de, program ve tüzüğünü kendisinin
yazdığı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Hemen ardından kendi deyimiyle, “bütün milleti dil çalışmalarına katma
amacıyla”, Birinci Büyük Dil Kurultayı’nı topladı.
26 Eylül-5 Ekim 1932
arasında Dolmabahçe Sarayı’nın büyük salonunda yapılan Kurultay’a; dil
uzmanları, bilim adamları, yazar ve ozanlar, öğretmenler ve halk temsilcileri
katıldı. Binden çok delege içinde, ülkenin değişik yerlerinden gelen “kadın-erkek köylüler ve yörükler de vardı”.16
Kurultay
Kararları
Önemli
kararlar alan Dil Kurultayı, iki yıl sonra toplanmak üzere dağıldı. “Türkçenin, Hint-Avrupa dilleriyle
kıyaslanması, Türkçenin tarihsel gelişiminin araştırılması, tarihsel
dilbilgisinin yazılması, Batı ve Doğu toplumlarında Türk dili üzerine yazılmış
kitapların toplanıp çevrilmesi” kararlaştırıldı. Ayrıca; “Türk lehçelerindeki sözcükler derlenecek,
lehçeler ve terimler sözlüğü hazırlanacak, Türkçe biçimbilgisi (dilbilgisinin
sözcüklerin yapısını inceleyen bölümü) ve söz dizini (sentaks) yazılacak, ekler
araştırılacak, ek ve ilgeçlerin (edat) işlenmesine” önem verilecek ve dil
konusunda bir dergi çıkarılacak, gazetelerde dil çalışmalarına özel önem ve yer
verilecekti.17
En uzak köy ve
mezralara dek gidildi. Kamu örgütleri, okullar ve Halkevleri birer derleme
merkezi gibi çalıştılar. Derlemeler, “önce
ilçeye, orada elenerek ile ilde elenerek Ankara’ya” gönderildi. Sekiz ay
içinde, halk ağzından 125 988 Türkçe sözcük derlendi; bir yıl sonra bu sayı 129
792’ye çıktı.18 Anadolu Türkçesine dayanan bu derlemeden ayrı
olarak, Türk lehçelerinin tümüne ait sözcüklerden, tarih kitaplarından ve
yüzlerce eski yazma metinlerden, çok sayıda Türkçe sözcük tarandı. Taramalar, “Türk dilinin zenginliğini ve derinliğini,
yadsınamaz bir açıklıkla kanıtladı”.19
Dilbilim
“Ustası”
Dil
araştırmalarına başladıktan kısa bir süre sonra; sözcük türetme, öz Türkçe yeni
sözcük geliştirme ve kural belirleme konusunda usta bir dilbilimci durumuna
gelmişti. Bilim adamlarıyla tartışıyor, görüş geliştiriyor ve Dil Komisyonu’na
önerileriyle yol gösteriyordu. Eriştiği düzeyi gösteren en açık belge, 1936’da
yazdığı Geometri Kılavuzu adlı kitaptı. Bu kitap, yalnızca dil yenileşmesi için
değil, onunla birlikte, “bilim, kültür ve
eğitim açısından” da değerli bir çalışmaydı.
Geometri
Kılavuzu’nu yazmadan önce, eski terimle hendese olarak bilinen geometrinin
hiçbir terimi Türkçe değildi ya Arapça ya da Farsçadan alınmıştı. Açı’ya
zaviye, artı’ya zait, bölü’ye taksim, çap’a kutur deniyordu. İç ters açılar’ın
adı, zâviyetân-ı mütekabiletân-ı dâhiletân; eşkenar üçgen’in adı, müselles-i
mütesâviyül adlâ’ydı. Geometri öğreniminin önünü tıkayan bu güçlüğü aşmak için
bulduğu terimler, tümüyle Türkçe kök ve eklerden çıkarılmıştı.20
Geometri Kılavuzu’nda
yayınladığı geometri terimlerinin bir bölümü şunlardı: “Açı, açıortay, alan, beşgen, boyut, çap, çekül, çember, dışters açı,
dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eşkenar, içters açı, ikizkenar, kesit,
konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, teğet, taban, türev, uzay, üçgen,
yamuk, yatay, yöndeş”.21
Aralıksız
Çalışma
8
Mart 1933’te, “Osmanlıcadan Türkçeye
Karşılık Bulma Programı” başlatıldı; ajans, radyo ve gazeteler, bu iş için
yardıma çağrıldı. Dört ay içinde, 1382 Arapça Farsça sözcük saptandı, 1100’ünün
Kurulca karşılığı bulundu, 640 tanesi benimsenip yayımlandı.
Halk,
Türkçe konuşmaya çağrıldı ve “Vatandaş
Türkçe Konuş” ya da “konuştuğun gibi
yaz” özdeyişiyle, resimli-resimsiz duvar duyuruları bildiriler, radyo
konuşmaları yapıldı. 1934’te Ekler Sözlüğü ve Tarama Dergisi yayımlandı.
1936’da Türk Dili Tetkik Cemiyeti, Türk Dil Kurumu adını aldı.22
Azınlık
okullarındaki dil öğrenimine yeni kurallar getirildi. Musevi azınlık
okullarında, dil öğreniminde “Fransızca
yerine Türkçe okuma” zorunluluğu getirildi. Dinî ya da laik tüm azınlık
okullarının eğitim izlenceleri, ilk sınıflarda, haftada on dört saat Türkçe
okutulmak üzere düzenlendi. Bunun sekiz saati Türkçe, üç saati Türk tarihi, üç
saati de coğrafyadan oluşuyordu. Bu derslerden başarısız olan öğrenci, sınıf
geçemiyordu.23
Valilik
kararıyla yapılan bildirimlerle; işyeri adları, tanıtımlar (reklamlar) ve “müşteri niteliği ne olursa olsun”
lokantalardaki yemek listeleri Türkçe yazıldı. Gezgin satıcılar, mallarını
artık, “sokaklarda Türkçe bağırarak”
satabilecekti. Hükümet, bir kararname yayımlayarak; kamu kuruluşlarına
verilecek dilekçelerin, yurtiçi mektup adreslerinin, telefon numaralarının
yalnızca Türkçe yazılabileceğini bildirdi.24
Meclis’in
kabul ettiği Türk Harfleri Kanunu’yla, kamu ve özel kuruluşlar, dernekler ve
tüm vakıflara; sözleşme, kira kağıtları (kontrat), saymanlık (muhasebe), fatura
ve defter tutma gibi işlemlerde, “milli
dili kullanma zorunluluğu” getirildi. Bu zorunluluk; Osmanlı Bankası, Deniz
Rıhtım Kumpanyası, Fener Şirketi, Hereke Kömür İşletmesi gibi anonim
şirketlerle; hizmet alanında özel konumu olan Tramvay, Gaz ve Terkos Suları
gibi büyük şirketleri de kapsıyordu.
Yasa, Türkiye’de
çalışan yabancı şirketler için de geçerliydi. Bunlar, ülkeleriyle yapacakları
yazışma ve kayıt dışındaki tüm işlemlerde yasaya uyacaklardı. “Türkçe kullanmayı zorunlu kılan” yasaya
uymayan şirketler, 500 liraya kadar para cezası ödeyecek, suçun yinelenmesi
durumunda, “Türkiye’deki çalışmalarına
son verilecekti”.25
DİPNOTLAR
(×) “Ulus Olmak” Necati Cumalı,
Çağdaş Yay., İst.-1995, sf.90 ve“Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.263
1 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.467
2 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
3 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.70
4 a.g.e.
sf.70
5 a.g.e.
sf.70
6 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.469
7 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.469
8 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.477
9 a.g.e.
sf.468
10 “Kemalizm” Tekin Alp, Top.Dön.Yay., İst.-1998, sf.144
11 “Atatürk” Lord
Kinross, Altın Kitap.Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.540
12 “Ulus Olmak” Necati
Cumalı, Çağdaş Yay.,
İst.-1995, sf.91
13 “Mustafa Kemal ve
Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay.,
2.Bas., sf.72
14 “Atatürk” Lord
Kinross, Altın Kitap.Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.538
15 “Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.263
16 a.g.e. sf.264
17 “İletişim ve Dil Devrimi”
Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
18 “İletişim ve Dil Devrimi”
Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
19 “Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.264
20 “Atatürk’ün Yazdığı Geometri
Klavuzu” Nurer Uğurlu Önsözü, Cumhuriyet Yay., İst.-1998, sf.9
21 a.g.e. sf.9-10
22 “İletişim ve Dil Devrimi”
Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., 2000, sf.117-120
23 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu”
P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.73
24 a.g.e. sf.75
25 a.g.e. sf.73-74
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder