Yabancılara ayrıcalık
tanıma, Anadolu Selçuklularına dek giden eski bir öyküdür. Ekonomi başta olmak
üzere, hukuk ve siyaset alanında verilen imtiyazlar; verildikçe bağlanan
bağlandıkça verilen ödünler halinde yüzlerce yıl sürdü. Kolaycılıkla öngörüsüzlüğün
iç içe geçtiği bu uygulamalar, Selçuklulardan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun
da yıkımını hazırlayan koşulları oluşturdu. Yabancılara, devletin güçlü olduğu
dönemlerde bile, ekonomik yaşama, bağlı olarak siyasi yaşama, yön verme olanağı
verdi. Devlet, yabancı mallar ve kişiler üzerindeki yaptırım yetkisini, giderek
kullanamaz hale geldi. Siyasi bağımsızlığı doğrudan ilgilendiren yönetim
işleyişi, önce zedelendi sonra işlemez hale geldi.
İlk
İmtiyazlar
Osmanlılar,
serbest ticaret ve imtiyaz verme anlayışını, Selçuklular ve Anadolu beylikleri
döneminden alarak neredeyse doğal bir kuralmış gibi sürdürmüştür. Geniş
kapsamlı ilk imtiyazlar, Fatih Sultan Mehmet döneminde Venedikliler’e
verildi. Fatih, 1451’de tahta çıktığında, önceki ayrıcalıkları
arttıran yeni bir serbest ticaret anlaşması imzalattı.1
İstanbul alındıktan
sonra, 1454’de anlaşma yenilendi. Venedik Cumhuriyeti’ne, İstanbul’daki yurttaşlarını
yönetecek ve kendi tüzesini uygulayacak, diplomatik bir yetkili (balyos)
atamasına izin verildi. Venedikliler, İstanbul’da ya da İmparatorluğun herhangi
bir yerinde yerleşebilecekler, köle edinebilecekler ve öldüklerinde
bırakacakları vasiyet yerine getirilecekti.2
Patrikhanenin
Ayrıcalıkları
Fatih,
yabancıların yanı sıra, Osmanlı uyruğundan Hıristiyanlara, özellikle de Patrikhane’ye geniş yönetsel ve hukuksal
haklar tanıdı. İstanbul Patriği’ne
büyük saygı gösterdi; kilisenin örgütsel işleyişine karışmadı. Patrikhane’nin, adeta devlet içinde ayrı
bir devlet gibi, belki de Bizans döneminden daha özgür bir konumla yeniden
yapılanmasına izin verdi. Patriği devlet protokolünde, Osmanlı vezirleriyle
aynı konuma getirdi, emrine yeniçerilerden bir koruma birliği verdi.3
Fener
Rum Patrikhanesi, Fatih döneminde, yalnızca dinsel
konularda değil, kendisine bağlı Hıristiyan nüfusa yönelik olarak, tüzel
konularda da karar verebiliyor ve verdiği kararı uygulayabiliyordu. Patriğin
başkanı olduğu bir meclisi vardı. Ülkenin hemen her yerine dağılmış olan
piskoposları, devletin kaymakamlarıyla aynı haklara sahipti. Kilise ve
adamları, her türlü vergiden bağımsızdı.4 Daha önce İstanbul’da
olmayan ve Fatih’in kurdurduğu, Yahudi Hahambaşılığı ve Ermeni
Patrikliği de benzer haklara sahipti.5
Dinsel ve yönetsel
ayrıcalıklar, ekonomik ayrıcalıklarla birleşince; Hıristiyan ve Yahudi
uyruklar, özellikle tecimsel (ticari) ve akçalı (mali) alanda güçlendiler.
Bunlar, iç pazarda giderek etkili olan yabancı tüccarlarla işbirliği yaparak
güçlerini sürekli arttırdılar. Verildiği dönemde önemi görülmeyen ayrıcalıklar
(imtiyazlar); duraklama, özellikle de gerileme döneminde, dış karışmaya olanak
veren bir yapının oluşup güçlenmesine yol açacaktı.
Ticaret Yapmak Değil,
Ticaretten Vergi Almak
Fatih’in
önem verdiği konulardan biri, uluslararası ticaret yollarının denetim altına
alınması ve bu ticarete konulacak vergilerle gelir sağlanmasıydı. Padişah
olduğu 31 yıl içinde, amacını önemli oranda gerçekleştirdi. Öldüğünde Doğu-Batı
ticaretinin hemen tüm kilit noktaları, Osmanlı Devleti’nin eline geçmişti.
Ancak, kendisini
ticaretten alınacak vergilerle sınırladığı için padişahlığı döneminde
yabancılara ticari imtiyaz vermeyi sürdürdü. 1479’da yapılan bir
anlaşmayla, savaşlarda yenilerek birçok limanı yitirmiş olmalarına karşın,
Venedikliler’e yeni tecimsel ve tüzel (hukuki) haklar verdi; daha önce verilmiş
olanların sınırlarını genişletti.
Venedik-Floransa
Çekişmesi
Fatih’ten
sonra tahta çıkan II.Beyazıt döneminde, Venedik’ten ayrı olarak
Floransa’ya da tecimsel ayrıcalıklar tanındı. Bu iki İtalyan dükalığı,
16.yüzyılda birbiriyle sert biçimde yarışan düşmanlardır. Bu yarışın
sahnelendiği yer ise İstanbul’dur. O dönem İstanbulu’nda, özellikle Saray’da;
siyasi entrika, rüşvet, yaranma ve her türlü ikiyüzlülük kol gezmektedir.
Venedikliler Floransalıları, Floransalılar da Venediklileri, üst düzey devlet
yetkililerine kötülemekte ve ayrıcalık elde etmek için her yolu denemektedir.
Bu çekişmeyi o dönemde
Floransa kazandı. Osmanlı İmparatorluğu, çatışma içinde olduğu Memluklular’a
mal sattığı gerekçesiyle, Venedik’e savaş açtı. Venediklilere tanınmış olan
ayrıcalıklar kaldırıldı. Tümüyle Osmanlı ülkesine yönelmiş olan Venedik
ticareti, neredeyse durma noktasına geldi ve onun yerini Floransa aldı.6
II.Beyazıt İmtiyazları
II.Beyazıt,
Floransalılara Venedik ayrıcalıklarını da aşan haklar tanıdı, üstelik bunu,
özel davetle yaptı. 1483 yılında Floransa’ya bir elçi gönderildi ve İstanbul’la
yapılan ticaretin geliştirilmesini istendi. Bu daveti bekleyen Floransalı
yetkililer, hazırlamış oldukları anlaşma metnini ortaya koydu. Metin hiç
değiştirilmeden aynısıyla imzalandı. Yalnızca Venediklilere ait olanları değil,
o güne dek yapılmış olanların tümünü aşan anlaşma, Osmanlı Devleti’nin zararına
işleyen, çok özel ayrıcalıklar içeriyordu.
Anlaşmaya göre,
Floransa kumaşının ülkeye gümrüksüz olarak sokulması kabul ediliyor, üstelik
yılda elli bin parça kumaşın, satılmasa da alınması yükümleniliyordu.7
Bu yükümlenme, günümüzdeki, “alınmasa da
parası ödenen” doğal gaz anlaşmalarına benziyordu.
Kanuni ve Fransa
İmtiyazları
Kanuni
Sultan Süleyman, II.Beyazıt’ın tutumunu sürdürdü ve Fransa’ya,
geniş ayrıcalıklar verdi. 1535 Kapitülasyonu olarak adlandırılan bu
ayrıcalıklarda, ödün sınırı ticari alanı aşıyor, idari ve dini konuları da
içine alıyordu. Fransız gemilerine Osmanlı limanlarının tümünde serbestçe
ticaret yapma hakkı veren ferman, başka devletlere ait gemilerin, Osmanlı deniz
ve limanlarında ancak Fransız bayrağı altında ticaret yapabileceğini kabul
ediyordu.8
Ferman
ayrıca, Fransız uyruklu Katoliklere ibadet yeri açma özgürlüğü sağlıyor, Kudüs
ve Beytüllahim (İsa’nın doğduğu kabul edilen yer) kiliselerinin koruma hakkını
Fransızlara veriyordu. Fransız konsoloslar artık, Osmanlı ülkesinde yaşayan
uyruklarını, hem ticari hem de cezai olarak yargılayabilecekti.9
Bu ayrıcalıklar,
ileride daha geniş olarak yorumlanacak ve Fransızlar, Doğu Akdeniz ticaretini
tekellerine alacaktır. Ancak, genişletilen yorumun daha çarpıcı sonucu;
Fransızların kendilerini, Osmanlı ülkesinde yaşayan yalnızca Fransızların
değil, tüm Katoliklerin hamisi olarak görmeye başlaması olacaktır.
Çöküşün
Başlangıcı
1535
Kapitülasyonu daha sonra, başka yabancı ülkelere de tanındı. Osmanlı Devleti,
iç-dış ticaret üzerindeki karar verme yetkisini giderek kullanamaz duruma
geldi. Yabancı mallar ve kişiler üzerinde hukuki işlem yapılamıyordu. Siyasi
bağımsızlığı doğrudan ilgilendiren yönetim hakları, önce zedelendi, daha sonra
ortadan kalktı. Yabancılar, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışır duruma
geldi ve siyasi bağımsızlık, zamana yayılmış bir uygulama süreci içinde, yavaş
yavaş yitirildi.
Kanuni
kapitülasyonları, devletin askeri ve mali olarak en güçlü olduğu dönemde
verilmişti. 1527 yılında devletin geliri 277,2 milyon, gideri 200,1 milyon
akçeydi ve 77,1 milyon akçe fazla veriyordu.10 1564’e gelindiğinde,
gelir 183,1 milyon, gider 189,7 milyon akçeye düşmüş ve 6,6 milyon akçe açık
verilmişti.11 1584’de Osmanlı parasının değeri düşürülmüş ve 1
florin, 60 akçeden 120 akçeye yükselmişti. 1594’de, hazinenin açığı 70 milyon
akçeye çıkmış ve açığı kapatmak için Osmanlı tarihinde ilk kez, iç hazine’den
(padişah hazinesi) dış hazineye (devlet hazinesi) aktarma yapılmıştı.12
Hazineler arası
aktarıma karşın akçenin değer yitimi durdurulamadı. Florin’in değeri, 1598
yılında 220 akçeye dek yükseldi ve aynı yıl, iç ve dış her iki hazine de
tükenme noktasına geldi; çare olarak Saray’ın gümüş takımları darphaneye
gönderildi ancak bu tür girişimlerle soruna bir çözüm getirilemedi.13
Yerli Üretici Güç Durumda
Akçenin
değer yitirmesi, her yerde ve her zaman olduğu gibi, üreticiyi güç duruma
düşürdü. Akçalı gücü yüksek Avrupalı tüccar, bu güce dayanarak, enflasyon
nedeniyle değer yitiren; pamuk, deri, mum gibi ürünleri düşük fiyatlarla kapattı;
daha sonra yüksek fiyatla piyasaya sürdü.
Yabancılar,
her biri kendi alanında tekel oluşturan ve piyasayı belirleyen bir güç durumuna
geldi. Üreticiler, yerli tüccar, hatta devlet; ayrıcalıklar tanıyarak kendi
yarattığı bu güçle başedemez oldu. Yerli tüccar, fiyat belirleme ve piyasa
oluşturmada devreden çıktı, yabancılarla çalışan edilgen taşeronlar durumuna
düştü; üreticiyle birlikte yoksullaştı.
1567’de
devlet, yerli üreticileri desteklemek için, Ege bölgesi dokumacılarına 150 bin
parça yelken bezi ısmarladığında, Egeli dokumacılar; “Avrupalı tüccarların
ipliği toptan satın almış olmaları” nedeniyle, bu nicelikteki (miktar) malı
yapmalarının olanaksız olduğunu bildirmişler ve siparişi geri çevirmişlerdi.14
Fransa’ya tanınan
ayrıcalıkların benzeri, daha sonra İngiltere ve Hollanda’ya da verildi; 1580’de
yapılan 35 maddelik kapitülasyon anlaşmasıyla İngiltere, kendi bayrağı
altında ve kendi uyrukları için serbest ticaret hakları elde etti; aynı haklar
1598’de Hollanda’ya da tanındı.15
Devletin
Yitiği
17. ve
18.yüzyıllarda devam eden ayrıcalıklar, Osmanlı üretim ve ticaretine verdiği
zararı sürdürdü. Buna karşın, yerli üretimi korumaya yönelik bir gümrük
politikası izlenmedi. Padişahların hemen tümü, gümrük vergilerini yerli üretimi
korumanın bir aracı olarak görmüyor; bu vergilere yalnızca, saray giderlerini
karşılamanın en emin ve kolay yolu olarak bakıyordu. Bu nedenle, dışalımı
arttıracak her istek, gümrük gelirini arttıracağı için, sonucu ne olursa olsun
hemen kabul ediliyordu. O dönemde, dış alımı arttırıp ülke pazarını
yabancılara açmak, devlete hizmet anlamına geliyordu.
Enderun yetiştirmesi üst düzey yöneticilerin, devlet
politikası yaparak padişaha kabul ettirdikleri ve yerli üretimi yok eden bu
politika; gerçekte devlete önemli bir gelir de sağlamıyordu. Devlet’in
dışalımda aldığı vergi, yitirdiği ekonomik değerlerle kıyaslanmayacak kadar
düşüktü. Bu işlerden kârlı çıkanlar, her imtiyazdan rüşvet alan ve devleti
yöneten devşirmeler ile ticarete egemen yabancılardı. 17.Yüzyıl ortalarında devlet,
gümrük vergilerinden yılda 5 milyon akçe vergi geliri sağlarken; aynı dönemde
ve yalnızca İngiltere, Osmanlı pazarından yılda 15 milyon altın lira kâr
ediyordu.16
Beşyüz
Yıllık Gelenek
Osmanlılar;
Avrupa devletleriyle, 15.yüzyıldan siyasi varlığını yitirdiği 20.yüzyıla dek,
pek çok kapitülasyon anlaşması yaptı ve sonuçta bu anlaşmaların yarattığı
ekonomik bağımlılık nedeniyle dağıldı. 17.Yüzyıla gelindiğinde, kapitülasyon
anlaşmalarının yapılıp yapılmaması değil, hangi devlet ya da şirketle
yapılacağı tartışılıyordu. Devleti yönetenler, örneğin, Levat Company
ile anlaşmanın, “yüksek kârla çalışmayı alışkanlık haline getirmiş olan” East
İndia Company’den daha yararlı
olduğu türünden konuşmalar yapıyordu.17
Ayrıcalıklarda
aracılık, kişisel çıkar sağlanan ve yüksek getirisi olan bir meslek haline
gelmişti. “Armağan” ya da “ödül” alarak imtiyaz verme, artık
neredeyse bürokratik bir gelenek gibiydi. 1685-1689 yılları arasında
İstanbul’da büyükelçilik yapan Fransız Girardin, anılarında şunları
yazıyordu: “Osmanlı Sarayı, her yeni Fransız elçisinden, eski imtiyazlar
adına özel bir armağan koparmasın; böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır”.18
17.
ve 18.Yüzyıl
17.Yüzyıla
girerken Fransızlarla, “dışarı çıkarılması yasak olan malların çıkışını
serbest bırakan” bir anlaşma daha yapıldı. 1604 ve 1673’de genişletilen bu
anlaşmada, her zaman olduğu gibi, serbestlik hakları genişletilmiş ve gümrük
vergileri düşürülmüştü.19 Ancak, anlaşmaların Fransızlar açısından
büyük bir başarıyı içeren özel bir yanı vardı. İlerde neredeyse bir yağmaya
dönüştürülecek olan doğal ya da tarihsel değerlerin dışarı kaçırılması, bu
anlaşmalarla yasal bir dayanak kazanmıştı.
1740’da yine
Fransızlarla yapılan kapitülasyon yenileme anlaşması, ticaretin sınırlarını
aşarak bu kez bir siyasi şantaj anlaşmasına dönüştürülmüştü. Rusya’yla
savaşmakta olan Osmanlı Devleti, Fransa’dan siyasi destek istediğinde, yeni
kapitülasyon istekleriyle karşılaşmış ve günümüzdeki IMF ve AB yasalarının
çıkarılmasında olduğu gibi, istekler hemen yerine getirilmişti. 28 Mayıs
1740’da anlaşma imzalandığında, her zamanki gibi “saray erkânına armağan
vermede” cömert davranılmış ve 47 775 kuruş dağıtılmıştı. Bu paranın üçte
birini İstanbul’daki Fransız kolonisi, geri kalanını Marsilya Ticaret Odası
karşılamıştı.20
19.Yüzyıl:
Balta Limanı Anlaşması ve Tanzimat Fermanı
19.Yüzyıl
kapitülasyonları, Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine verilen ticari
ayrıcalıkların en yüksek aşamasıdır. 1838 İngiliz Ticaret Anlaşması, 1839
Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı; idari çözülmenin, boyun
eğmenin, ekonomik ve siyasi bağımlılığın son belgeleridir.
1838’de, İstanbul Baltalimanı’nda yapılan ticaret anlaşmasıyla;
devlet, bağımsız dış ticaret yapamaz duruma geldi. Osmanlı hükümetleri, kendi
istenciyle ekonomik politikalar üretemeyecekti. Devlet, kendi gümrük vergisini,
Avrupa devletleriyle birlikte belirlemeyi kabul etmişti. Ülkenin tümü,
Avrupa’nın açık pazarı durumundaydı. Türk tüccarlar, Avrupalı tüccarlar
karşısında eşit olmayan koşullarla çalışıyordu. Tecimsel ilişkilerde
yabancılar, Türkiye’de Türkler’e göre daha ayrıcalıklı bir durumdaydılar. Yurt
içi ticarette, Türk tüccar yüzde 12 vergi öderken, yabancı tüccar yüzde 5 vergi
ödüyordu.21
Gümrük
Birliği Protokolü: Osmanlıya Geri Dönüş
19.Yüzyıl
kapitülasyonları ile günümüzde çok yoğun ve denetimsiz biçimde sürdürülmekte
olan Avrupa Birliği ve ABD politikaları arasında, niteliksel bir bütünlük ve
Türkiye açısından daha çok olumsuzluk içeren benzerlikler vardır. Gümrük
Birliği Protokolü, 1838 Serbest Ticaret Anlaşması’nın; AB Katılım Ortaklığı Belgeleri,
Islahat Fermanı’nın; IMF
Niyet Mektuplar’ı ise Tanzimat Fermanı’nın hemen aynısıdır.
19.Yüzyıl
kapitülasyonları Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertirken, 20.yüzyıl
kapitülasyonları olan AB-ABD ilişkileri Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertmektir.
DİPNOTLAR
1 “Histoire du
Commerce duL’evant au Moyen Age”W. Heyd, 2.C. Paris 1923, ak;S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”
1.Cilt, 7.Bas., sf.368
2 a.g.e.
sf.368–369
3 “Tarih
III-Kemalist Eğitimin Ders Notları” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.36
4 a.g.e. sf.36
5 Ana Britannica,
22.Cilt, sf.194
6 “Histoire du
Commerce du L’evant au Moyen Age” W.Heyd, 2.Cilt, Paris 1923, ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde
Türkiye” 1.Cilt, 7.Bas., sf.377
7 a.g.e. sf.377
8 “Tarih
III-Kemalist Eğitimin Ders Notları” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.50
9 a.g.e. sf.50
10 “H. 933-934 (M.
1527-1528) Mali Yılına Ait Bir Bütçe Örneği” Ömer Lütfü Barkan, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt XI-XV İst., 1950-1954,
ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.Cilt,
7.Bas., sf.407
11 “Essais sur
I’histoire économique la Turque d’aprés les ecrivains originaux” M.Belin, Paris 1969, ak; a.g.e. sf.407
12 a.g.e. sf. 407
13 “Osmanlı
Tarihi” İ.Hakkı Uzunçarşılı, 3.Cilt,
Ankara 1961, ak. a.g.e. sf.407
14 “Celali
İsyanları” Prof. Mustafa Akdağ,
ak; a.g.e. sf.410
15 “La
mediterranée et le monde mediterranéen a I’époque de Philippe II” F.Braudel Paris, 1949, ak; a.g.e. sf.508
16 a.g.e. sf.509
17 a.g.e. sf.509
18 a.g.e. sf.511
19 “Histoire du
commerce François dans le Levant au XVII éme siécle” P. Masson, Paris 1911, ak; a.g.e. sf.511
20 a.g.e. sf.512
21 “1938
Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması : Çöküş” Prof.Dr. Cihan Dura, Gazete Mudafaa-i Hukuk, 26.01.2001, Sayı 36
Degerli Düsünür Metin Aydogan
YanıtlaSilBenim anlamadigim nokta su; Sizin de yukaridaki yazida belirttiginiz gibi yabancilara adli, hukuki ve ticari ayricaliklar verilmesi ilk olarak Fatih ve daha sonrasinda Kanuni zamanina denk gelir ki, Osmanli Imparatorlugunun askeri, siyasi ve mali acidan en güclü oldugu dönemlerdir. Bunun sebebi nedir? Devleti yönetenlerin padisahlar da dahil olmak üzere bu ticari veyahut adli konulardaki bilincsizligi midir? Yoksa devsirme politikasi neticesinde devletin önemli konumlarina gelen bu dönmelerin devlet yönetimine yön vermelerinden dolayi mi bu ayricaliklar yabancilara taninmistir.Sonuc olarak bu antlasmalar ülkenin o an icin olmasa bile ileriki dönemlerde yikimina sebep olan nedenlerdendir.
Her ikisiin de etkisi var Sevgili Adsız. Ancak, belirleyici neden, Osmanlı devletinin, gelişmekte olan kapitalist üretim ilişkilerine geçememiş olmasıdır.
YanıtlaSil